Ben çok şanssızım…
Şimdiye kadar ne milli piyangodan, ne sayısal lotodan, ne de bu tür şans oyunlarından zırnık çıkmadı : (. Geçen sene, yılbaşı hediyesi olarak bir alışveriş merkezi daire veriyordu, deli gibi alışveriş yaptık oradan ama nerdeeeee bizde o şans, sıfıra sıfır elde var sıfır : (. Coca Cola kapaklarının altından dahi bir şey çıkmadı ya inanın.
E hal böyle olunca da şanssız olduğumu düşünürdüm hep…
Ama bakar körmüşüm ben… Bakıyormuşum da göremiyormuşum aslında ne kadar şanslı olduğumu…
Bakıyormuşum ama;
Gerçekten çok sevdiğim ve iyi ki benim sevgilim olmuş dediğim harika bir yol arkadaşım olduğu için,
Her zaman yanımda olan ve bana sonsuz destek olan canım annem, babam ve kardeşim olduğu için,
İyi bir eğitimim olduğu için,
Beni dünyanın en zenginleri arasına sokmasa da iyi bir işim olduğu için,
Sağlıklı, mutlu ve huzurlu olduğum için aslında ne kadar şanslı olduğumu göremiyormuşum.
Unutmayın ki bu dünya da mutlu olan insanlar ayağa kalkıp istedikleri koşulları arayan, bulamazlarsa da yaratan kişilerdir.
Yeni yıl paylaşımlarımızın yılı olsun.
Mutluluk, esenlik ve sevinçler getirsin.
31 Ara 2008
26 Ara 2008
Öyle Seviyorum ki ...
Karşımdasın. Elimi uzatıp dokunabiliyorum sana.Ne büyük mutluluk bu...Gördüğüm en güzel şeysin.Senden öte tanımladığım başka hiçbir şey yok.Her şey senin adınla anılıyor benim dünyamda.Bütün çiçekler sen,bütün yıldızlar sen...Bir sanat eserisin bakmaya doyamadığım.Allah'ın bana armağanısın ve artıyor her geçen gün sana hayranlığım.Yüzünde kuşlar,gözlerinde hayatın ta kendisi var.
Öyle gerçeksin ki...
Gözümü açıyorum sen, kapıyorum sen...Hiç bitmeyen serüven...Günümün en keyifli anı,uykumun en tatlı rüyası...Seni soluyorum,havadasın.Seni kokluyorum doğadasın.Hele şimdi sonbaharsın.Ya da sonsuz bahar.Seni yaşıyorum,canımdasın.Canımsın...Sarılsam sana bin yıl geçse, bir an bile ayrılmasak...Ten tene,yürek yüreğe sonsuz baharın en aşk dolu iki yaprağı olsak...Ağaç ağaç gezip yeşersek,açsak...Yere düşsek,kalksak...Seni bilsem bir tek seni...Seni görsem bir tek seni...
Öyle içimdesin ki...
Bir saniye iste benden sensiz geçirdiğim, veremem. Sensiz geçecekse geçmesin zaman istemem. Seninle yeniden doğdum, yeniden doğuşun kanıtıyım ben. Senden önce geçen zamanı, sana ulaşmak için yürüyerek geçirmişim, kimmişim bilmemişim. Şimdi başımı çevirip geriye bakmıyorum bile. O yol yüründü ve bitti, artık seninle yürünecek bambaşka bir yol var önümde. Yorgunluk nedir bilmeyeceğim, hiç şikâyet etmeyeceğim ve bir tek adımda bile tökezlemeyeceğim uzun, aşk dolu bir yol...
Öyle aklımdasın ki...
Ah sensiz kalmıyor muyum, bazen yıkasım geliyor gördüğüm bütün duvarları.Ardında seni bulurum sanıyorum.Ne ayrı koyduysa bizi zaman ya da yollar bir kalemde silesim geliyor.Sana dokunmamı engelleyen ne varsa, bir kadehi yere atıp tuzla buz eder gibi parçalamak istiyorum.İsyanım taşıyor kendi öfkemden korkuyorum.Ve kavuşmak...Bunu düşünmek içimde kırılmış bütün aynaları tamir ediyor.Mavi bir yağmur başlıyor ıslanıyorum.Maviye boyanıyorum.
Öyle özlüyorum ki...
Sen ol, hep ol, benimle ol, bende ol... Sendeyim ben yüreğimi koydum yüreğinin üzerine. Aşk bu başka isim arama. Hemde en koyu, en deli, en tutkulu... Öğreneceğim çok şey var sana dair. Bilmediğim çok şey var. Ama bir şeyi öyle iyi biliyorum ki...
Seni öyle çok seviyorum ki...
Öyle gerçeksin ki...
Gözümü açıyorum sen, kapıyorum sen...Hiç bitmeyen serüven...Günümün en keyifli anı,uykumun en tatlı rüyası...Seni soluyorum,havadasın.Seni kokluyorum doğadasın.Hele şimdi sonbaharsın.Ya da sonsuz bahar.Seni yaşıyorum,canımdasın.Canımsın...Sarılsam sana bin yıl geçse, bir an bile ayrılmasak...Ten tene,yürek yüreğe sonsuz baharın en aşk dolu iki yaprağı olsak...Ağaç ağaç gezip yeşersek,açsak...Yere düşsek,kalksak...Seni bilsem bir tek seni...Seni görsem bir tek seni...
Öyle içimdesin ki...
Bir saniye iste benden sensiz geçirdiğim, veremem. Sensiz geçecekse geçmesin zaman istemem. Seninle yeniden doğdum, yeniden doğuşun kanıtıyım ben. Senden önce geçen zamanı, sana ulaşmak için yürüyerek geçirmişim, kimmişim bilmemişim. Şimdi başımı çevirip geriye bakmıyorum bile. O yol yüründü ve bitti, artık seninle yürünecek bambaşka bir yol var önümde. Yorgunluk nedir bilmeyeceğim, hiç şikâyet etmeyeceğim ve bir tek adımda bile tökezlemeyeceğim uzun, aşk dolu bir yol...
Öyle aklımdasın ki...
Ah sensiz kalmıyor muyum, bazen yıkasım geliyor gördüğüm bütün duvarları.Ardında seni bulurum sanıyorum.Ne ayrı koyduysa bizi zaman ya da yollar bir kalemde silesim geliyor.Sana dokunmamı engelleyen ne varsa, bir kadehi yere atıp tuzla buz eder gibi parçalamak istiyorum.İsyanım taşıyor kendi öfkemden korkuyorum.Ve kavuşmak...Bunu düşünmek içimde kırılmış bütün aynaları tamir ediyor.Mavi bir yağmur başlıyor ıslanıyorum.Maviye boyanıyorum.
Öyle özlüyorum ki...
Sen ol, hep ol, benimle ol, bende ol... Sendeyim ben yüreğimi koydum yüreğinin üzerine. Aşk bu başka isim arama. Hemde en koyu, en deli, en tutkulu... Öğreneceğim çok şey var sana dair. Bilmediğim çok şey var. Ama bir şeyi öyle iyi biliyorum ki...
Seni öyle çok seviyorum ki...
22 Ara 2008
SENİ SEVİYORUM ÇÜNKÜ ...

Seni seviyorum,
Çünkü her sabah kalktigimda bir günü daha seninle geçirecek olmanin mutlulugunu yasatiyorsun bana. Ben güne seninle basliyorum ve her gün hayati yeniden kesfediyorum.
Seni seviyorum,
Çünkü gökkusaginin her tonunu gölgede birakan en parlak renksin sen. Hersey senin rengini tasiyor ve benim için ancak o zaman anlamli oluyor. Seni seviyorum,
Çünkü soguk günlerde içimi isitan meltemsin. Sicak günlerde ise ferahlik veren kuzey rüzgari. Iliklerime isleyerek esiyorsun.
Seni seviyorum,
Çünkü herseyde sen varsin. Nasil olmayacaksin ki? Sanki sen dogdugumdan beri içimdeydin. Yüregimin en derin kösesindeydin. Sanki ortaya çikmak için beni bekliyordun. Ve ben orada oldugunu fark edince hakettigin yere çikardim seni.
Seni seviyorum,
Çünkü hep benimlesin. Seni görmem için yüzüme bakmam gerekmiyor. Gözümü kapatsam ordasin. Gördügüm her yüz aslinda sensin.
Seni seviyorum,
Çünkü gözlerinin içindeki binlerce yildiz, gecenin karanligini delip geçiyor. Sen bana bakarken ben kendimi yildizlara bakiyor gibi hissediyorum. O yildizlarin parlakliginda kaybediyorum kendimi. Gözlerim kamasiyor ama sikayetçi degilim aydinligindan. Günes dogmasa, yildizlar kaybolmasa diyorum, ama biliyorum ki günesim de sen olacaksin gecenin sonunda. Bu kez daha parlak, daha aydinlik çikacaksin karsima.
Seni seviyorum,
Çünkü saçlarin ellerimin arasinda kayip giderken , dünyadaki cenneti bulmus gibi hissediyorum kendimi. Cennetin sahibi sensin ve biliyorum ki sadece izin verdiklerin girebilir o cennete. Ben o cennette kalmaya kararliyim.
Seni seviyorum,
Çünkü her gülümseyisin içime yeniden yasama sevinci dolduruyor. Her gülümseyisin, karamsarligi yikiyor, umutsuzlugu parçaliyor. Bir çiçek bahçesine çeviriyor çorak dünyayi. Çiçek dedim ya, bir çiçek adi verseydim sana papatya olurdun. Açisiyla dünyaya, insanlara baharin geldigini müjdeleyen papatya. Iddiasiz ama güzel. Güzel ama kibirsiz. Seni seviyorum,
Çünkü seni sevmeyi, sana dokunmayi, seni dinlemeyi, sana bakmayi, seni koklamayi, seninle paylasmayi seviyorum.
Seninle birlikte insana dair ne varsa onlari da seviyorum.
Seni sevdigimi anlatmaya çalisirken ne kadar çaresiz oldugumu da görüyorum. Her sözcükten sonra durup tekrar tekrar düsünüyorum, seni yeterince anlatabildim mi diye.
Biliyorum ki yetmeyecek, bu kadar sözcükten sonra bile sana sevgimi anlatamamis olacagim. Sözcüklerin bittigi yerde gözlerime bak.
Onlar bu sevgiyi çok daha iyi anlatacaktir sana...
HER BEŞERE İNSAN DERİZ YA !

Göz alabildiğine uzanan bir sahilde, irili ufaklı sayısız çakıl taşı varmış. Denizin durgun ve havanın kapalı olduğu zamanlarda, bu taşlardan hiç bir ses duyulmazmış. Sadece martıların çığlıkları ve arada bir uzaktan geçen yolcu gemilerinin sesi yankılanırmış böyle günlerde. Ama deniz coşup da dalgalar kaplayınca sahilleri, neşeleri gelirmiş çakılların. Hepsi ıslanıp iliklerine kadar titremelerine rağmen, şikayet etmezlermiş durumlarından. Çünkü denizin dalgalarıyla yıkandıklarında soluk yüzlerine renk gelir ve hava bir de açıksa, o geçici renkler güneş ışığından ötürü parlamaya başlarmış. İşte bu zamanlarda, çenesi düşermiş çakılların.
- Biz gerçekten güzeliz, diye kasılırlarmış.. Hem renkliyiz, hem parlak. Sadece bu kadarla da yetinmezmiş çakıllar. Diğerleriyle kıyaslarlarmış kendilerini, bazen kavga ederek, “sen küçüksün ben büyük”, “sen soluksun ben parlak” gibi laflarla. Kavganın en cav cavlı anında, bir ses duyarlarmış çoğu zaman. Derinlerden gelen o ses:
- Güzelliğinizle asla övünmeyin, dermiş onlara. Hele hele o güzelliği başka yerden almışsanız. Çakıllar, pek aldırış etmezlermiş bu sese, yine renklerinden bahseder ve sataşırlarmış birbirlerine. Ama o ses tekrar duyulur ve:
- Renkli olmak hüner değildir, dermiş. O parlaklık ruhunuzdaysa eğer, renksiz olmak zarar vermez sizlere. Çakıllar, kendilerine o güzelliği veren şeyi ve derinden derine gelen o sesi merak etmedikleri için, gülüp geçerlermiş söylenenlere…
Çakılların güzellikleriyle övündükleri bir gün, devlere benzeyen makineler girmiş o sahillere. Çelik tekerlekleriyle ezdikleri taşları bin parçaya bölerek. Birbirinden gururlu taşlar, o devlerin pençeleriyle savrulup atılmışlar bir yana. Dağ gibi yığılan çakıllardan bazıları, bu sefer “biz üsteyiz, siz altta” diyerek dalga geçmişler ezilenlerle. Kısa bir zamanda, sahilin altı üstüne getirilmiş adeta. Çakıllar, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, adamlardan sevinç çığlıkları yükselmeye başlamış:
Çakılların güzellikleriyle övündükleri bir gün, devlere benzeyen makineler girmiş o sahillere. Çelik tekerlekleriyle ezdikleri taşları bin parçaya bölerek. Birbirinden gururlu taşlar, o devlerin pençeleriyle savrulup atılmışlar bir yana. Dağ gibi yığılan çakıllardan bazıları, bu sefer “biz üsteyiz, siz altta” diyerek dalga geçmişler ezilenlerle. Kısa bir zamanda, sahilin altı üstüne getirilmiş adeta. Çakıllar, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, adamlardan sevinç çığlıkları yükselmeye başlamış:
- Bulduuuk! diye bağırıyorlarmış hep bir ağızdan. Bir sahil dolusu çakıla bedel olan o taşı bulduk. Çakıllar, neyin bulunduğunu merak ederek adamlara baktıklarında, onların ellerinde renksiz bir taş görerek hayrete düşmüşler. Hepsi dudak bükerek alay etmek üzereyken, o renksiz taş güneş gibi parıldayarak selamlamış kendilerini, güneş çoktan batmış olmasına rağmen. Parlak taş, bir kenara atılan çakılların şaşkınlığını fark edince:
- Yıllar boyu sizinle konuşan bendim, diye gülümsemiş.. Sizlerden çok daha aşağılarda ve toprak altındaydım. Ama içimdeki ışığı hiç bir zaman kaybetmedim. Ve o ışığı kimden aldığımı bildiğim için de asla gururlanmadım. Bu yüzden de sultanlara taç olup başlarda, yüzük olup eller üstünde taşındım asırlardır. Çakıllardan hiç bir cevap gelmemiş. Adamlar ise, gece olmasına rağmen makinelerini başka bir sahile yönlendirmişler.
Ay ışığından aldıkları parlaklıkla öğünen yassı çakılların bulunduğu karşı sahile..!!
TAŞLARIN KIYMETLİSİ OLDUĞU GİBİ KİMİSİ KRAL TAÇLARINDA BAŞ ÜSTÜNDE DURUR, KİMİSİDE YOLLARA DÖŞENİR İNSANLARDA AYNEN ÇAKIL TAŞLARI GİBİDİR.........
1 Ara 2008
ÖLÜNCE ÖLMÜŞ MÜ OLACAĞIZ ?

Karanlıktaymışlar.
İki embriyo, bir ana rahminde...
Her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...
Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...
Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş. Elleri, ayakları belirginleşmiş. Gözleri çıktıkça meydana, İkisi de çevrede olup biteni fark etmiş...
Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu... Sıcak, ıslak, sevgi dolu...
'Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki' demişler, '...bize ne mutlu...
' Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.
Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler. Onları besleyip büyüten kordonu fark edince O kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.
Sonra başlamış bir var oluş tartışması: 'Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk' diye sormuş ikizler...
'Annemiz' demiş biri, 'O bizi var etti, bize can verdi.' 'Ne biliyorsun' diye itiraz etmiş öteki, 'Sen hiç Anneni görmedin ki...': 'Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için uydurduğumuz bir şeydir.'
Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.
Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler. Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...
Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler. Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...
Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...
Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek; Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek. '-
Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz' diye fısıldamış ikizlerden biri efkarla... '- Ben gitmek istemiyorum' diye diretmiş öteki; 'doyamadım ki daha hayata...' '- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan sonra hayat vardır.'
Sormuş karamsar olan: '- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza neler gelecek?' Şiirle cevaplamış iyim ser olan: 'Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok seferinden...'
Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış. Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış. Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.
Ve 'ömrümüz bitti' diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar. Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu, Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.
hayatı sadece dünyadan ibaret sananlar gibi, yaşamlarının sadece ana rahminde olduğunu ve doğunca öleceklerini sanıyorlar..
hayatı sadece dünyadan ibaret sananlar gibi, yaşamlarının sadece ana rahminde olduğunu ve doğunca öleceklerini sanıyorlar..
Kim bilir belki de bizde yanılıyoruz onlar gibi..
Ölünce ölmüş değil, belki de doğmuş olacağız..
Nerden bilebiliriz ki!
MUCİZE

" EN OLMAYACAK YERDE,
EN OLMAYACAK ZAMANDA
EN OLMAYACAK OLAY,
HER ZAMAN VE HER YERDE OLABİLİR."
Sally, küçük kardeşi George hakkında anne ve babasının konuşmalarını duyduğu zaman yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu kurtarabilmek için ellerinden gelen herşeyi yapmışlardı. George'nin yalnızca çok pahalıya malolacak bir ameliyatla kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli paraları yoktu. Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle fısıldadığını duymuştu Sally: "Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir." Bu sözleri duyar duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Sally. Domuz biçimindeki kumbarasını gizlediği yerden çıkartarak içindeki paraları yavaşça yere dökerek saymaya başladı. Yanılgıya düşmemek için tam üç kez saydı kumbaradan çıkardığı bozuk paraları. Sonra hepsini cebine koyarak aceleyle evden çıkıp, köşedeki eczaneye gitti. Eczacının dikkatini çekebilmek için büyük bir sabırla bekledi. Eczacı çok yoğundu ve bir adama ilaçlarını nasıl kullanacağını anlatıyordu. Bu yoğun çalışmanın arasında sekiz yaşındaki bir çocukla ilgilenmeye hiç niyeti yoktu ama Sally'nin beklediğini görünce
"Evet, ne istiyorsun söyle bakalım" dedi. "Biraz acele et, gördüğün gibi beyefendiyle ilgileniyorum" diyerek yanındaki şık giyimli adamı gösterdi. Sally "Kardeşim" dedi. Sessizce yutkunduktan sonra devam etti: "Kardeşim çok hasta, bir mucize almak istiyorum."
Eczacı Sally'e bakarak: "Anlayamadım" dedi.
"Şeyy, babam 'Onu ancak bir mucize kurtarabilir' dedi, bir mucize kaç paradır, bayım?"
Eczacı Sally'e sevgi ve acımayla baktı bu kez: "Üzgünüm küçük kız, biz burada mucize satmıyoruz, sana yardımcı olamayacağım" dedi.
Sally o kadar kolay vazgeçmek istemedi. Eczacının gözlerinin içine bakarak "Karşılığını ödemek için param var benim, bana yalnızca fiyatını söylemeniz yeterli" dedi.
Bu arada Sally ve eczacının yanında bekleyen iyi giyimli bey Sally'e dönerek "Ne tür bir mucize gerekiyor kardeşin için küçük hanım? diye sordu.
"Bilmiyorum" dedi Sally.
Sonra gözlerinden aşağı süzülen yaşlara aldırmaksızın devam etti: "Tek bildiğim, o çok hasta ve annem ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söyledi ailemin de ameliyat için ödeyebilecekleri paraları yok.
Ama babam "Onu ancak bir mucize kurtarabilir" deyince ben de paramı alıp buraya geldim."
"Peki, ne kadar paran var?" diye sordu iyi giyimli adam. " Bir dolar ve onbir sent" dedi Sally. "Ve dünyadaki tüm param bu!" "Bu iyi bir şans, küçük kardeşini kurtarmak için gerekli olan mucize için yeterli bu para" dedi, iyi giyimli adam.
Adam bir eline parayı aldı, öteki eliyle de Sally'nin elini tutarak "Beni yaşadığın yere götürür müsün lütfen?" diye sordu.
"Küçük kardeşini ve aileni tanımak istiyorum" dedi. İyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong'du ve George için gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı. Ameliyat başarıyla sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı. Hep birlikte mutluluk içinde evlerine döndükleri zaman hâlâ yaşadıkları olayların etkisinden kurtulamamışlardı. Anne: "Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi. Sally kendi kendine gülümsedi. O bir mucizenin kaça malolduğunu çok iyi biliyordu. Tam tamına bir dolar ve onbir sent!
HARİKA YEMEK

Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış, yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi.
Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı.
Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç pişmemişti.
Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza durumu farkettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi.
Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini gittikten sonra, yaşlı kadına:
“Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var” dedi.
Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi:
“Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak.”
KEDİ & FARE

Adamın biri kendini fare zannettiği için deli hastenesine düşmüş. Tedavisi bittikten sonra doktor sormuş. Şimdi sen bir fare misin insanmı? Deli:Olur mu doktor bey ben bir insanım fare değilim demiş.
Doktor:O zaman artık gidebilirsin iyileştin artık demiş. Deli kapıdan çıkmış ve imdaaaaaat diye bağırarak tekrar içeri girmiş.
Doktor demiş ne oldu.
Deli:Bir kedi gördümde ondan korktum demiş.
Doktor: Sen hani kendini bir fare zannetmiyordun demiş.
Deli:Ben fare olmadığımı biliyorum da kedi nerden bilsin demiş.
DÜNDEN HIZLI MISINIZ ?

Her sabah bir ceylan uyanır Afrika’da Kafasında tek bir düşünce vardır En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek Yoksa aslana yem olacaktır.
Her sabah bir aslan uyanır Afrika’da Kafasında tek bir düşünce vardır En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşabilmek Yoksa açlıktan ölecektir.İster aslan olun, ister ceylan olun hiç önemi yok Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini, Hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin Yaşam adlı koşuyu ne güzel anlatmış Afrika atasözü,
"Bir önceki günden daha hızlı koşmak gerekmektedir Çünkü eğer aslansanız, Ve en yavaş koşan ceylanı bir önceki gün yakalamışsanız, Ve bugün bir ceylan yakalamak niyetindeyseniz, Artık bilmelisiniz ki, en yavaş ceylan sizden daha hızlıdır ."
O halde düne göre hızınızı arttırmanız gerekmektedir Yok eğer ceylansanız, Ve henüz aslana yem olmamışsanız, Hızınızı düne göre mutlaka arttırmalısınız Çünkü sıra size gelmiş demektir Yani, Hayat koşusunda devam edebilmenin tek koşulu var Dünden daha hızlı olabilmek Bakın bakalım şimdi kendinize, Ondan, bundan, şundan değil ! ”DÜNDEN” hızlı mısınız?
ARKADAŞ MI DOST MU ?

Baba ve oğul konuşuyorlarmış.
Babası oğluna sormuş, "Senin kaç tane dostun var?"
Oğlan cevap vermiş: "Ohooo yüzlerce..." Babası oğluna açıklamış.
"Bak oğlum" demiş insanın bir sürü arkadaşı olabilir ama yüzlerce dostu olamaz. Dost dediğin diğer arkadaşlara benzemez. İnsanın hayatı boyunca ancak 1 ya da 2 tane dostu olabilir.
Oğlan saçma demiş. Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim.
Öyle mi demiş babası? O zaman gel seninle bir test yapalım. Adam birkaç tane tavuk kesmiş ve başka birkaç ıvır zıvır la birlikte bir çuvala doldurmuş. Çuval'dan kanlar akıyormuş. Şimdi git demiş bu çuvalı arkadaşlarına götür ve onlardan yardım iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün. Çocuk çıkmış yola, bir arkadaşının kapısını çalmış, arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatmış, başka arkadaşları bir daha onlarla konuşmamalarını görüşmemelerini rica etmişler, çünkü hepsi çuvalın içinde bir ceset olduğunu sanmış. Oğlan yüzü allak bullak babasına dönmüş olanları anlatmış.
Babası demiş; "İşte senin arkadaşlarının dostluğu bu kadar. Şimdi al bu çuvalı benim dostuma götür."
Oğlan tekrar sırtlamış çuvalı düşmüş yola. Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakmış ve hemen almış içeriye. Sen Ahmet'in oğlusun değil mi demiş? Evet demiş çocuk. Ver elindekini diyerek çuvalı almış. Arka bahçeye çıkarmış, arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömmüş. Çocuğa su ikram etmiş. Bu arada yetmemiş, gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak ekmiş oraya. Çocuk ben artık gideyim demiş. Adam da babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum demiş. Çocuk gitmiş babasına durumu anlatmış, gerçekten senin dostun varmış benim ise sadece sıradan arkadaşlarım demiş. Yooo bitmedi demiş babası, şimdi tekrar git dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır. Çocuk olur mu hiç öyle şey demiş. Olur olur, ancak o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu.
Çocuk çaresiz utana sıkıla tekrar düşmüş yola. Kapıyı çalmış. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz da babamın size iletmek istediği bir şey var demiş. Nedir o demeye kalmadan çocuk okkalı bir tokat yapıştırmış babasının dostunun suratına. Üzülmüş bir yandan da nasıl vurdum diye. Babasının dostu demiş ki, benim de babana iletmek istediğim bir şey var... Söyle o babana "biz bir tokada satmayız koskoca sarımsak tarlasını" demiş! İşte böyle. Çocuk o zaman anlamış dostluğun değerini ve babasının yüzlerce arkadaşın olacağına bir dostun olsun yeter derken ne demek istediğini... Sen Gülerken yanındakiler de güler, Ama ağlarken yalnız ağlarsın, Onun için öyle bir ağaca yaslan ki, Asla yıkılmasın. Öyle bir dost edin ki, Asla bırakmasın.
Oğlan tekrar sırtlamış çuvalı düşmüş yola. Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakmış ve hemen almış içeriye. Sen Ahmet'in oğlusun değil mi demiş? Evet demiş çocuk. Ver elindekini diyerek çuvalı almış. Arka bahçeye çıkarmış, arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömmüş. Çocuğa su ikram etmiş. Bu arada yetmemiş, gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak ekmiş oraya. Çocuk ben artık gideyim demiş. Adam da babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum demiş. Çocuk gitmiş babasına durumu anlatmış, gerçekten senin dostun varmış benim ise sadece sıradan arkadaşlarım demiş. Yooo bitmedi demiş babası, şimdi tekrar git dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır. Çocuk olur mu hiç öyle şey demiş. Olur olur, ancak o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu.
Çocuk çaresiz utana sıkıla tekrar düşmüş yola. Kapıyı çalmış. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz da babamın size iletmek istediği bir şey var demiş. Nedir o demeye kalmadan çocuk okkalı bir tokat yapıştırmış babasının dostunun suratına. Üzülmüş bir yandan da nasıl vurdum diye. Babasının dostu demiş ki, benim de babana iletmek istediğim bir şey var... Söyle o babana "biz bir tokada satmayız koskoca sarımsak tarlasını" demiş! İşte böyle. Çocuk o zaman anlamış dostluğun değerini ve babasının yüzlerce arkadaşın olacağına bir dostun olsun yeter derken ne demek istediğini... Sen Gülerken yanındakiler de güler, Ama ağlarken yalnız ağlarsın, Onun için öyle bir ağaca yaslan ki, Asla yıkılmasın. Öyle bir dost edin ki, Asla bırakmasın.
SEVİYORSAN EĞER.....!
Sevgili Karıcığım,
İlk tanıştığımız günden, SENİ kaybedinceye kadar;
İşe giderken aceleden, işten eve geldiğimde yorgunluktan SENİNLE yeterince ilgilenemediğime,
Sözleştiğimiz saatlere uymayarak SENİ beklettiğim zamana,
SEN konuşurken konuyu sonuna kadar dinlemeden sözünü kestiğime,
Doğum ve evlenme yıldönümü kutlamalarının çoğunu ‘daha sonra’ diyerek, SENİN hazırlıklarını dikkate almadan ertelediğime,
SANA zaman zaman ters baktığıma, kaşlarımı çatarak hiddetlenip SENİ ürperttiğime,
Özel ilgi beklediğin an ve zamanları fark etmediğime, umursamadığıma,
Hamilelik ve rahatsız olduğun dönemlerde yeterli ilgi ve şefkati SENDEN esirgediğime,
Bayramlarda ve özel günlerde SENİN arkadaş ve akrabalarına benden yapmamı beklediğin kadarını yapmadığıma,
Benim iyiliğim, mutluluğum, sağlığım için dikkatin, itinan ve fedakarlıklarına yeterince teşekkür etmediğime,
Aslında SANA içimdeki SEVGİMİ yeterince haykırırcasına hissettirmediğime,
Seni doya doya sevmeyi ertelediğime PİŞMANIM,
Allah’tan rahmet diliyorum, nur içinde ol!
Kocan M. Cihangir Hür
Benim pişmanlıklarımı bu yazıyı okuyanların duymaması için, eşlerin birbirine yeterince ilgi göstermelerini ve benim eşime rahmet dileyip Fatiha okumalarını dilerim.
Yukarıdaki yazı, rahmetli Beyhan Hür’ün (1956-2006) Yeni Asır gazetesinde yayınlanmış ölüm ilanıdır.
***************
‘Günümüzde kocanın sağduyusu çok sayıda evliliğin fiyasko ile sonuçlanmasının başlıca nedenidir. Bir kadının, kendisine tamamen akılcı bir varlıkmış gibi davranan bir adamla mutlu olması nasıl beklenebilir?’ sözü çok sevdiğim sözlerdendir ve İrlandalı yazar Oscar Wilde’ a aittir.
***************
Ben, sevgiden, aşktan hoşlanmayan,
Dokunmaktan, dokunulmaktan zevk almayan,
‘Seni seviyorum’ u duyduğu zaman koltukları kabarmayan, sevdiğine daha bir sıkı sarılmayan,
Ne kadar güçlü olursa olsun yaslanacak bir omuza ihtiyacı olmayan,
Evdeki huzurunu hiçbir şeyle değişmeyen,
Pırlantalar, yatlar, katlar yerine ağladığında saçını okşayan bir sevdiği olmasını tercih etmeyen,
Uykusundan öpülerek uyandırılmak istemeyen,
Sabahları, sevdiğinin gülümseyen dudaklarından dökülen ‘günaydın’ la güzel bir güne başlamayan, mutlu olmayan bir kadın tanımadım.
***************
Peki ya erkekler?
Aslına bakarsanız ölesiye sever Türk erkeği, ‘tya onunsundur ya kara toprağın’ ??? … Ama dile getirmez sevgisini. ‘Ağır abi’ dir O. Zaten karşısındaki kadın sevildiğini biliyordur, erkek sevmese bir dakika durur mu yanında? Ne gereği vardır erkeğin sevdiğini dile getirip söylemesine?…
Peki, gerçekten bu kadar zor mu sevdiğini göstermek?
İnsan, eğer gerçekten seviyorsa güzel cümleler, ufak tefek sürprizler, sıcacık ve içten sarılmalar, dokunuşlar zor mudur?
‘Yanındaysam bu sevdiğim içindir ve karşımdakine yetmelidir’ inanışı doğru mudur?
***************
Madem seviyorsunuz, söyleyin sevdiğinizi. Bütün gün ne sözcükler sarf ettiğinizi düşünürseniz karşınızdakini mutlu edeceğini bildiğiniz iki güzel kelimenin lafı mı olur?
Hem ‘son pişmanlık neye yarar?’
Ertelemeyin sevmeyi…
İlk tanıştığımız günden, SENİ kaybedinceye kadar;
İşe giderken aceleden, işten eve geldiğimde yorgunluktan SENİNLE yeterince ilgilenemediğime,
Sözleştiğimiz saatlere uymayarak SENİ beklettiğim zamana,
SEN konuşurken konuyu sonuna kadar dinlemeden sözünü kestiğime,
Doğum ve evlenme yıldönümü kutlamalarının çoğunu ‘daha sonra’ diyerek, SENİN hazırlıklarını dikkate almadan ertelediğime,
SANA zaman zaman ters baktığıma, kaşlarımı çatarak hiddetlenip SENİ ürperttiğime,
Özel ilgi beklediğin an ve zamanları fark etmediğime, umursamadığıma,
Hamilelik ve rahatsız olduğun dönemlerde yeterli ilgi ve şefkati SENDEN esirgediğime,
Bayramlarda ve özel günlerde SENİN arkadaş ve akrabalarına benden yapmamı beklediğin kadarını yapmadığıma,
Benim iyiliğim, mutluluğum, sağlığım için dikkatin, itinan ve fedakarlıklarına yeterince teşekkür etmediğime,
Aslında SANA içimdeki SEVGİMİ yeterince haykırırcasına hissettirmediğime,
Seni doya doya sevmeyi ertelediğime PİŞMANIM,
Allah’tan rahmet diliyorum, nur içinde ol!
Kocan M. Cihangir Hür
Benim pişmanlıklarımı bu yazıyı okuyanların duymaması için, eşlerin birbirine yeterince ilgi göstermelerini ve benim eşime rahmet dileyip Fatiha okumalarını dilerim.
Yukarıdaki yazı, rahmetli Beyhan Hür’ün (1956-2006) Yeni Asır gazetesinde yayınlanmış ölüm ilanıdır.
***************
‘Günümüzde kocanın sağduyusu çok sayıda evliliğin fiyasko ile sonuçlanmasının başlıca nedenidir. Bir kadının, kendisine tamamen akılcı bir varlıkmış gibi davranan bir adamla mutlu olması nasıl beklenebilir?’ sözü çok sevdiğim sözlerdendir ve İrlandalı yazar Oscar Wilde’ a aittir.
***************
Ben, sevgiden, aşktan hoşlanmayan,
Dokunmaktan, dokunulmaktan zevk almayan,
‘Seni seviyorum’ u duyduğu zaman koltukları kabarmayan, sevdiğine daha bir sıkı sarılmayan,
Ne kadar güçlü olursa olsun yaslanacak bir omuza ihtiyacı olmayan,
Evdeki huzurunu hiçbir şeyle değişmeyen,
Pırlantalar, yatlar, katlar yerine ağladığında saçını okşayan bir sevdiği olmasını tercih etmeyen,
Uykusundan öpülerek uyandırılmak istemeyen,
Sabahları, sevdiğinin gülümseyen dudaklarından dökülen ‘günaydın’ la güzel bir güne başlamayan, mutlu olmayan bir kadın tanımadım.
***************
Peki ya erkekler?
Aslına bakarsanız ölesiye sever Türk erkeği, ‘tya onunsundur ya kara toprağın’ ??? … Ama dile getirmez sevgisini. ‘Ağır abi’ dir O. Zaten karşısındaki kadın sevildiğini biliyordur, erkek sevmese bir dakika durur mu yanında? Ne gereği vardır erkeğin sevdiğini dile getirip söylemesine?…
Peki, gerçekten bu kadar zor mu sevdiğini göstermek?
İnsan, eğer gerçekten seviyorsa güzel cümleler, ufak tefek sürprizler, sıcacık ve içten sarılmalar, dokunuşlar zor mudur?
‘Yanındaysam bu sevdiğim içindir ve karşımdakine yetmelidir’ inanışı doğru mudur?
***************
Madem seviyorsunuz, söyleyin sevdiğinizi. Bütün gün ne sözcükler sarf ettiğinizi düşünürseniz karşınızdakini mutlu edeceğini bildiğiniz iki güzel kelimenin lafı mı olur?
Hem ‘son pişmanlık neye yarar?’
Ertelemeyin sevmeyi…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)