31 Ara 2008

MUTLU YILLAR ...!

Ben çok şanssızım…

Şimdiye kadar ne milli piyangodan, ne sayısal lotodan, ne de bu tür şans oyunlarından zırnık çıkmadı : (. Geçen sene, yılbaşı hediyesi olarak bir alışveriş merkezi daire veriyordu, deli gibi alışveriş yaptık oradan ama nerdeeeee bizde o şans, sıfıra sıfır elde var sıfır : (. Coca Cola kapaklarının altından dahi bir şey çıkmadı ya inanın.

E hal böyle olunca da şanssız olduğumu düşünürdüm hep…

Ama bakar körmüşüm ben… Bakıyormuşum da göremiyormuşum aslında ne kadar şanslı olduğumu…

Bakıyormuşum ama;

Gerçekten çok sevdiğim ve iyi ki benim sevgilim olmuş dediğim harika bir yol arkadaşım olduğu için,

Her zaman yanımda olan ve bana sonsuz destek olan canım annem, babam ve kardeşim olduğu için,

İyi bir eğitimim olduğu için,

Beni dünyanın en zenginleri arasına sokmasa da iyi bir işim olduğu için,

Sağlıklı, mutlu ve huzurlu olduğum için aslında ne kadar şanslı olduğumu göremiyormuşum.

Unutmayın ki bu dünya da mutlu olan insanlar ayağa kalkıp istedikleri koşulları arayan, bulamazlarsa da yaratan kişilerdir.

Yeni yıl paylaşımlarımızın yılı olsun.

Mutluluk, esenlik ve sevinçler getirsin.

26 Ara 2008

Öyle Seviyorum ki ...

Karşımdasın. Elimi uzatıp dokunabiliyorum sana.Ne büyük mutluluk bu...Gördüğüm en güzel şeysin.Senden öte tanımladığım başka hiçbir şey yok.Her şey senin adınla anılıyor benim dünyamda.Bütün çiçekler sen,bütün yıldızlar sen...Bir sanat eserisin bakmaya doyamadığım.Allah'ın bana armağanısın ve artıyor her geçen gün sana hayranlığım.Yüzünde kuşlar,gözlerinde hayatın ta kendisi var.

Öyle gerçeksin ki...

Gözümü açıyorum sen, kapıyorum sen...Hiç bitmeyen serüven...Günümün en keyifli anı,uykumun en tatlı rüyası...Seni soluyorum,havadasın.Seni kokluyorum doğadasın.Hele şimdi sonbaharsın.Ya da sonsuz bahar.Seni yaşıyorum,canımdasın.Canımsın...Sarılsam sana bin yıl geçse, bir an bile ayrılmasak...Ten tene,yürek yüreğe sonsuz baharın en aşk dolu iki yaprağı olsak...Ağaç ağaç gezip yeşersek,açsak...Yere düşsek,kalksak...Seni bilsem bir tek seni...Seni görsem bir tek seni...

Öyle içimdesin ki...

Bir saniye iste benden sensiz geçirdiğim, veremem. Sensiz geçecekse geçmesin zaman istemem. Seninle yeniden doğdum, yeniden doğuşun kanıtıyım ben. Senden önce geçen zamanı, sana ulaşmak için yürüyerek geçirmişim, kimmişim bilmemişim. Şimdi başımı çevirip geriye bakmıyorum bile. O yol yüründü ve bitti, artık seninle yürünecek bambaşka bir yol var önümde. Yorgunluk nedir bilmeyeceğim, hiç şikâyet etmeyeceğim ve bir tek adımda bile tökezlemeyeceğim uzun, aşk dolu bir yol...

Öyle aklımdasın ki...

Ah sensiz kalmıyor muyum, bazen yıkasım geliyor gördüğüm bütün duvarları.Ardında seni bulurum sanıyorum.Ne ayrı koyduysa bizi zaman ya da yollar bir kalemde silesim geliyor.Sana dokunmamı engelleyen ne varsa, bir kadehi yere atıp tuzla buz eder gibi parçalamak istiyorum.İsyanım taşıyor kendi öfkemden korkuyorum.Ve kavuşmak...Bunu düşünmek içimde kırılmış bütün aynaları tamir ediyor.Mavi bir yağmur başlıyor ıslanıyorum.Maviye boyanıyorum.

Öyle özlüyorum ki...

Sen ol, hep ol, benimle ol, bende ol... Sendeyim ben yüreğimi koydum yüreğinin üzerine. Aşk bu başka isim arama. Hemde en koyu, en deli, en tutkulu... Öğreneceğim çok şey var sana dair. Bilmediğim çok şey var. Ama bir şeyi öyle iyi biliyorum ki...

Seni öyle çok seviyorum ki...

KARİKATÜRLER























22 Ara 2008

SENİ SEVİYORUM ÇÜNKÜ ...


Seni seviyorum,

Çünkü her sabah kalktigimda bir günü daha seninle geçirecek olmanin mutlulugunu yasatiyorsun bana. Ben güne seninle basliyorum ve her gün hayati yeniden kesfediyorum.

Seni seviyorum,

Çünkü gökkusaginin her tonunu gölgede birakan en parlak renksin sen. Hersey senin rengini tasiyor ve benim için ancak o zaman anlamli oluyor. Seni seviyorum,

Çünkü soguk günlerde içimi isitan meltemsin. Sicak günlerde ise ferahlik veren kuzey rüzgari. Iliklerime isleyerek esiyorsun.

Seni seviyorum,

Çünkü herseyde sen varsin. Nasil olmayacaksin ki? Sanki sen dogdugumdan beri içimdeydin. Yüregimin en derin kösesindeydin. Sanki ortaya çikmak için beni bekliyordun. Ve ben orada oldugunu fark edince hakettigin yere çikardim seni.

Seni seviyorum,

Çünkü hep benimlesin. Seni görmem için yüzüme bakmam gerekmiyor. Gözümü kapatsam ordasin. Gördügüm her yüz aslinda sensin.

Seni seviyorum,

Çünkü gözlerinin içindeki binlerce yildiz, gecenin karanligini delip geçiyor. Sen bana bakarken ben kendimi yildizlara bakiyor gibi hissediyorum. O yildizlarin parlakliginda kaybediyorum kendimi. Gözlerim kamasiyor ama sikayetçi degilim aydinligindan. Günes dogmasa, yildizlar kaybolmasa diyorum, ama biliyorum ki günesim de sen olacaksin gecenin sonunda. Bu kez daha parlak, daha aydinlik çikacaksin karsima.

Seni seviyorum,

Çünkü saçlarin ellerimin arasinda kayip giderken , dünyadaki cenneti bulmus gibi hissediyorum kendimi. Cennetin sahibi sensin ve biliyorum ki sadece izin verdiklerin girebilir o cennete. Ben o cennette kalmaya kararliyim.

Seni seviyorum,

Çünkü her gülümseyisin içime yeniden yasama sevinci dolduruyor. Her gülümseyisin, karamsarligi yikiyor, umutsuzlugu parçaliyor. Bir çiçek bahçesine çeviriyor çorak dünyayi. Çiçek dedim ya, bir çiçek adi verseydim sana papatya olurdun. Açisiyla dünyaya, insanlara baharin geldigini müjdeleyen papatya. Iddiasiz ama güzel. Güzel ama kibirsiz. Seni seviyorum,

Çünkü seni sevmeyi, sana dokunmayi, seni dinlemeyi, sana bakmayi, seni koklamayi, seninle paylasmayi seviyorum.

Seninle birlikte insana dair ne varsa onlari da seviyorum.

Seni sevdigimi anlatmaya çalisirken ne kadar çaresiz oldugumu da görüyorum. Her sözcükten sonra durup tekrar tekrar düsünüyorum, seni yeterince anlatabildim mi diye.

Biliyorum ki yetmeyecek, bu kadar sözcükten sonra bile sana sevgimi anlatamamis olacagim. Sözcüklerin bittigi yerde gözlerime bak.

Onlar bu sevgiyi çok daha iyi anlatacaktir sana...

HER BEŞERE İNSAN DERİZ YA !


Göz alabildiğine uzanan bir sahilde, irili ufaklı sayısız çakıl taşı varmış. Denizin durgun ve havanın kapalı olduğu zamanlarda, bu taşlardan hiç bir ses duyulmazmış. Sadece martıların çığlıkları ve arada bir uzaktan geçen yolcu gemilerinin sesi yankılanırmış böyle günlerde. Ama deniz coşup da dalgalar kaplayınca sahilleri, neşeleri gelirmiş çakılların. Hepsi ıslanıp iliklerine kadar titremelerine rağmen, şikayet etmezlermiş durumlarından. Çünkü denizin dalgalarıyla yıkandıklarında soluk yüzlerine renk gelir ve hava bir de açıksa, o geçici renkler güneş ışığından ötürü parlamaya başlarmış. İşte bu zamanlarda, çenesi düşermiş çakılların.

- Biz gerçekten güzeliz, diye kasılırlarmış.. Hem renkliyiz, hem parlak. Sadece bu kadarla da yetinmezmiş çakıllar. Diğerleriyle kıyaslarlarmış kendilerini, bazen kavga ederek, “sen küçüksün ben büyük”, “sen soluksun ben parlak” gibi laflarla. Kavganın en cav cavlı anında, bir ses duyarlarmış çoğu zaman. Derinlerden gelen o ses:

- Güzelliğinizle asla övünmeyin, dermiş onlara. Hele hele o güzelliği başka yerden almışsanız. Çakıllar, pek aldırış etmezlermiş bu sese, yine renklerinden bahseder ve sataşırlarmış birbirlerine. Ama o ses tekrar duyulur ve:

- Renkli olmak hüner değildir, dermiş. O parlaklık ruhunuzdaysa eğer, renksiz olmak zarar vermez sizlere. Çakıllar, kendilerine o güzelliği veren şeyi ve derinden derine gelen o sesi merak etmedikleri için, gülüp geçerlermiş söylenenlere…

Çakılların güzellikleriyle övündükleri bir gün, devlere benzeyen makineler girmiş o sahillere. Çelik tekerlekleriyle ezdikleri taşları bin parçaya bölerek. Birbirinden gururlu taşlar, o devlerin pençeleriyle savrulup atılmışlar bir yana. Dağ gibi yığılan çakıllardan bazıları, bu sefer “biz üsteyiz, siz altta” diyerek dalga geçmişler ezilenlerle. Kısa bir zamanda, sahilin altı üstüne getirilmiş adeta. Çakıllar, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, adamlardan sevinç çığlıkları yükselmeye başlamış:

- Bulduuuk! diye bağırıyorlarmış hep bir ağızdan. Bir sahil dolusu çakıla bedel olan o taşı bulduk. Çakıllar, neyin bulunduğunu merak ederek adamlara baktıklarında, onların ellerinde renksiz bir taş görerek hayrete düşmüşler. Hepsi dudak bükerek alay etmek üzereyken, o renksiz taş güneş gibi parıldayarak selamlamış kendilerini, güneş çoktan batmış olmasına rağmen. Parlak taş, bir kenara atılan çakılların şaşkınlığını fark edince:

- Yıllar boyu sizinle konuşan bendim, diye gülümsemiş.. Sizlerden çok daha aşağılarda ve toprak altındaydım. Ama içimdeki ışığı hiç bir zaman kaybetmedim. Ve o ışığı kimden aldığımı bildiğim için de asla gururlanmadım. Bu yüzden de sultanlara taç olup başlarda, yüzük olup eller üstünde taşındım asırlardır. Çakıllardan hiç bir cevap gelmemiş. Adamlar ise, gece olmasına rağmen makinelerini başka bir sahile yönlendirmişler.

Ay ışığından aldıkları parlaklıkla öğünen yassı çakılların bulunduğu karşı sahile..!!

TAŞLARIN KIYMETLİSİ OLDUĞU GİBİ KİMİSİ KRAL TAÇLARINDA BAŞ ÜSTÜNDE DURUR, KİMİSİDE YOLLARA DÖŞENİR İNSANLARDA AYNEN ÇAKIL TAŞLARI GİBİDİR.........

1 Ara 2008

ÖLÜNCE ÖLMÜŞ MÜ OLACAĞIZ ?


Karanlıktaymışlar.

İki embriyo, bir ana rahminde...

Her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...

Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...

Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş. Elleri, ayakları belirginleşmiş. Gözleri çıktıkça meydana, İkisi de çevrede olup biteni fark etmiş...

Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu... Sıcak, ıslak, sevgi dolu...

'Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki' demişler, '...bize ne mutlu...

' Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.

Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler. Onları besleyip büyüten kordonu fark edince O kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.

Sonra başlamış bir var oluş tartışması: 'Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk' diye sormuş ikizler...

'Annemiz' demiş biri, 'O bizi var etti, bize can verdi.' 'Ne biliyorsun' diye itiraz etmiş öteki, 'Sen hiç Anneni görmedin ki...': 'Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için uydurduğumuz bir şeydir.'

Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.
Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler. Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...

Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...

Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek; Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek. '-

Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz' diye fısıldamış ikizlerden biri efkarla... '- Ben gitmek istemiyorum' diye diretmiş öteki; 'doyamadım ki daha hayata...' '- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan sonra hayat vardır.'

Sormuş karamsar olan: '- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza neler gelecek?' Şiirle cevaplamış iyim ser olan: 'Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok seferinden...'

Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış. Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış. Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.

Ve 'ömrümüz bitti' diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar. Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu, Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.
hayatı sadece dünyadan ibaret sananlar gibi, yaşamlarının sadece ana rahminde olduğunu ve doğunca öleceklerini sanıyorlar..

Kim bilir belki de bizde yanılıyoruz onlar gibi..

Ölünce ölmüş değil, belki de doğmuş olacağız..

Nerden bilebiliriz ki!







MUCİZE




" EN OLMAYACAK YERDE,


EN OLMAYACAK ZAMANDA


EN OLMAYACAK OLAY,


HER ZAMAN VE HER YERDE OLABİLİR."




Sally, küçük kardeşi George hakkında anne ve babasının konuşmalarını duyduğu zaman yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu kurtarabilmek için ellerinden gelen herşeyi yapmışlardı. George'nin yalnızca çok pahalıya malolacak bir ameliyatla kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli paraları yoktu. Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle fısıldadığını duymuştu Sally: "Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir." Bu sözleri duyar duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Sally. Domuz biçimindeki kumbarasını gizlediği yerden çıkartarak içindeki paraları yavaşça yere dökerek saymaya başladı. Yanılgıya düşmemek için tam üç kez saydı kumbaradan çıkardığı bozuk paraları. Sonra hepsini cebine koyarak aceleyle evden çıkıp, köşedeki eczaneye gitti. Eczacının dikkatini çekebilmek için büyük bir sabırla bekledi. Eczacı çok yoğundu ve bir adama ilaçlarını nasıl kullanacağını anlatıyordu. Bu yoğun çalışmanın arasında sekiz yaşındaki bir çocukla ilgilenmeye hiç niyeti yoktu ama Sally'nin beklediğini görünce


"Evet, ne istiyorsun söyle bakalım" dedi. "Biraz acele et, gördüğün gibi beyefendiyle ilgileniyorum" diyerek yanındaki şık giyimli adamı gösterdi. Sally "Kardeşim" dedi. Sessizce yutkunduktan sonra devam etti: "Kardeşim çok hasta, bir mucize almak istiyorum."


Eczacı Sally'e bakarak: "Anlayamadım" dedi.


"Şeyy, babam 'Onu ancak bir mucize kurtarabilir' dedi, bir mucize kaç paradır, bayım?"


Eczacı Sally'e sevgi ve acımayla baktı bu kez: "Üzgünüm küçük kız, biz burada mucize satmıyoruz, sana yardımcı olamayacağım" dedi.


Sally o kadar kolay vazgeçmek istemedi. Eczacının gözlerinin içine bakarak "Karşılığını ödemek için param var benim, bana yalnızca fiyatını söylemeniz yeterli" dedi.


Bu arada Sally ve eczacının yanında bekleyen iyi giyimli bey Sally'e dönerek "Ne tür bir mucize gerekiyor kardeşin için küçük hanım? diye sordu.


"Bilmiyorum" dedi Sally.


Sonra gözlerinden aşağı süzülen yaşlara aldırmaksızın devam etti: "Tek bildiğim, o çok hasta ve annem ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söyledi ailemin de ameliyat için ödeyebilecekleri paraları yok.


Ama babam "Onu ancak bir mucize kurtarabilir" deyince ben de paramı alıp buraya geldim."


"Peki, ne kadar paran var?" diye sordu iyi giyimli adam. " Bir dolar ve onbir sent" dedi Sally. "Ve dünyadaki tüm param bu!" "Bu iyi bir şans, küçük kardeşini kurtarmak için gerekli olan mucize için yeterli bu para" dedi, iyi giyimli adam.


Adam bir eline parayı aldı, öteki eliyle de Sally'nin elini tutarak "Beni yaşadığın yere götürür müsün lütfen?" diye sordu.


"Küçük kardeşini ve aileni tanımak istiyorum" dedi. İyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong'du ve George için gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı. Ameliyat başarıyla sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı. Hep birlikte mutluluk içinde evlerine döndükleri zaman hâlâ yaşadıkları olayların etkisinden kurtulamamışlardı. Anne: "Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi. Sally kendi kendine gülümsedi. O bir mucizenin kaça malolduğunu çok iyi biliyordu. Tam tamına bir dolar ve onbir sent!

HARİKA YEMEK


Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış, yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi.

Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı.

Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç pişmemişti.

Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza durumu farkettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi.

Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini gittikten sonra, yaşlı kadına:

“Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var” dedi.

Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi:

“Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak.”

KEDİ & FARE


Adamın biri kendini fare zannettiği için deli hastenesine düşmüş. Tedavisi bittikten sonra doktor sormuş. Şimdi sen bir fare misin insanmı? Deli:Olur mu doktor bey ben bir insanım fare değilim demiş.

Doktor:O zaman artık gidebilirsin iyileştin artık demiş. Deli kapıdan çıkmış ve imdaaaaaat diye bağırarak tekrar içeri girmiş.

Doktor demiş ne oldu.

Deli:Bir kedi gördümde ondan korktum demiş.

Doktor: Sen hani kendini bir fare zannetmiyordun demiş.

Deli:Ben fare olmadığımı biliyorum da kedi nerden bilsin demiş.

DÜNDEN HIZLI MISINIZ ?


Her sabah bir ceylan uyanır Afrika’da Kafasında tek bir düşünce vardır En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek Yoksa aslana yem olacaktır.
Her sabah bir aslan uyanır Afrika’da Kafasında tek bir düşünce vardır En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşabilmek Yoksa açlıktan ölecektir.İster aslan olun, ister ceylan olun hiç önemi yok Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini, Hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin Yaşam adlı koşuyu ne güzel anlatmış Afrika atasözü,
"Bir önceki günden daha hızlı koşmak gerekmektedir Çünkü eğer aslansanız, Ve en yavaş koşan ceylanı bir önceki gün yakalamışsanız, Ve bugün bir ceylan yakalamak niyetindeyseniz, Artık bilmelisiniz ki, en yavaş ceylan sizden daha hızlıdır ."
O halde düne göre hızınızı arttırmanız gerekmektedir Yok eğer ceylansanız, Ve henüz aslana yem olmamışsanız, Hızınızı düne göre mutlaka arttırmalısınız Çünkü sıra size gelmiş demektir Yani, Hayat koşusunda devam edebilmenin tek koşulu var Dünden daha hızlı olabilmek Bakın bakalım şimdi kendinize, Ondan, bundan, şundan değil ! ”DÜNDEN” hızlı mısınız?

ARKADAŞ MI DOST MU ?


Baba ve oğul konuşuyorlarmış.

Babası oğluna sormuş, "Senin kaç tane dostun var?"

Oğlan cevap vermiş: "Ohooo yüzlerce..." Babası oğluna açıklamış.

"Bak oğlum" demiş insanın bir sürü arkadaşı olabilir ama yüzlerce dostu olamaz. Dost dediğin diğer arkadaşlara benzemez. İnsanın hayatı boyunca ancak 1 ya da 2 tane dostu olabilir.

Oğlan saçma demiş. Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim.

Öyle mi demiş babası? O zaman gel seninle bir test yapalım. Adam birkaç tane tavuk kesmiş ve başka birkaç ıvır zıvır la birlikte bir çuvala doldurmuş. Çuval'dan kanlar akıyormuş. Şimdi git demiş bu çuvalı arkadaşlarına götür ve onlardan yardım iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün. Çocuk çıkmış yola, bir arkadaşının kapısını çalmış, arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatmış, başka arkadaşları bir daha onlarla konuşmamalarını görüşmemelerini rica etmişler, çünkü hepsi çuvalın içinde bir ceset olduğunu sanmış. Oğlan yüzü allak bullak babasına dönmüş olanları anlatmış.

Babası demiş; "İşte senin arkadaşlarının dostluğu bu kadar. Şimdi al bu çuvalı benim dostuma götür."

Oğlan tekrar sırtlamış çuvalı düşmüş yola. Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakmış ve hemen almış içeriye. Sen Ahmet'in oğlusun değil mi demiş? Evet demiş çocuk. Ver elindekini diyerek çuvalı almış. Arka bahçeye çıkarmış, arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömmüş. Çocuğa su ikram etmiş. Bu arada yetmemiş, gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak ekmiş oraya. Çocuk ben artık gideyim demiş. Adam da babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum demiş. Çocuk gitmiş babasına durumu anlatmış, gerçekten senin dostun varmış benim ise sadece sıradan arkadaşlarım demiş. Yooo bitmedi demiş babası, şimdi tekrar git dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır. Çocuk olur mu hiç öyle şey demiş. Olur olur, ancak o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu.

Çocuk çaresiz utana sıkıla tekrar düşmüş yola. Kapıyı çalmış. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz da babamın size iletmek istediği bir şey var demiş. Nedir o demeye kalmadan çocuk okkalı bir tokat yapıştırmış babasının dostunun suratına. Üzülmüş bir yandan da nasıl vurdum diye. Babasının dostu demiş ki, benim de babana iletmek istediğim bir şey var... Söyle o babana "biz bir tokada satmayız koskoca sarımsak tarlasını" demiş! İşte böyle. Çocuk o zaman anlamış dostluğun değerini ve babasının yüzlerce arkadaşın olacağına bir dostun olsun yeter derken ne demek istediğini... Sen Gülerken yanındakiler de güler, Ama ağlarken yalnız ağlarsın, Onun için öyle bir ağaca yaslan ki, Asla yıkılmasın. Öyle bir dost edin ki, Asla bırakmasın.

SEVİYORSAN EĞER.....!

Sevgili Karıcığım,
İlk tanıştığımız günden, SENİ kaybedinceye kadar;
İşe giderken aceleden, işten eve geldiğimde yorgunluktan SENİNLE yeterince ilgilenemediğime,
Sözleştiğimiz saatlere uymayarak SENİ beklettiğim zamana,
SEN konuşurken konuyu sonuna kadar dinlemeden sözünü kestiğime,
Doğum ve evlenme yıldönümü kutlamalarının çoğunu ‘daha sonra’ diyerek, SENİN hazırlıklarını dikkate almadan ertelediğime,
SANA zaman zaman ters baktığıma, kaşlarımı çatarak hiddetlenip SENİ ürperttiğime,
Özel ilgi beklediğin an ve zamanları fark etmediğime, umursamadığıma,
Hamilelik ve rahatsız olduğun dönemlerde yeterli ilgi ve şefkati SENDEN esirgediğime,
Bayramlarda ve özel günlerde SENİN arkadaş ve akrabalarına benden yapmamı beklediğin kadarını yapmadığıma,
Benim iyiliğim, mutluluğum, sağlığım için dikkatin, itinan ve fedakarlıklarına yeterince teşekkür etmediğime,
Aslında SANA içimdeki SEVGİMİ yeterince haykırırcasına hissettirmediğime,
Seni doya doya sevmeyi ertelediğime PİŞMANIM,
Allah’tan rahmet diliyorum, nur içinde ol!

Kocan M. Cihangir Hür


Benim pişmanlıklarımı bu yazıyı okuyanların duymaması için, eşlerin birbirine yeterince ilgi göstermelerini ve benim eşime rahmet dileyip Fatiha okumalarını dilerim.
Yukarıdaki yazı, rahmetli Beyhan Hür’ün (1956-2006) Yeni Asır gazetesinde yayınlanmış ölüm ilanıdır.

***************

‘Günümüzde kocanın sağduyusu çok sayıda evliliğin fiyasko ile sonuçlanmasının başlıca nedenidir. Bir kadının, kendisine tamamen akılcı bir varlıkmış gibi davranan bir adamla mutlu olması nasıl beklenebilir?’ sözü çok sevdiğim sözlerdendir ve İrlandalı yazar Oscar Wilde’ a aittir.

***************

Ben, sevgiden, aşktan hoşlanmayan,
Dokunmaktan, dokunulmaktan zevk almayan,
‘Seni seviyorum’ u duyduğu zaman koltukları kabarmayan, sevdiğine daha bir sıkı sarılmayan,
Ne kadar güçlü olursa olsun yaslanacak bir omuza ihtiyacı olmayan,
Evdeki huzurunu hiçbir şeyle değişmeyen,
Pırlantalar, yatlar, katlar yerine ağladığında saçını okşayan bir sevdiği olmasını tercih etmeyen,
Uykusundan öpülerek uyandırılmak istemeyen,
Sabahları, sevdiğinin gülümseyen dudaklarından dökülen ‘günaydın’ la güzel bir güne başlamayan, mutlu olmayan bir kadın tanımadım.

***************

Peki ya erkekler?
Aslına bakarsanız ölesiye sever Türk erkeği, ‘tya onunsundur ya kara toprağın’ ??? … Ama dile getirmez sevgisini. ‘Ağır abi’ dir O. Zaten karşısındaki kadın sevildiğini biliyordur, erkek sevmese bir dakika durur mu yanında? Ne gereği vardır erkeğin sevdiğini dile getirip söylemesine?…

Peki, gerçekten bu kadar zor mu sevdiğini göstermek?
İnsan, eğer gerçekten seviyorsa güzel cümleler, ufak tefek sürprizler, sıcacık ve içten sarılmalar, dokunuşlar zor mudur?
‘Yanındaysam bu sevdiğim içindir ve karşımdakine yetmelidir’ inanışı doğru mudur?

***************

Madem seviyorsunuz, söyleyin sevdiğinizi. Bütün gün ne sözcükler sarf ettiğinizi düşünürseniz karşınızdakini mutlu edeceğini bildiğiniz iki güzel kelimenin lafı mı olur?

Hem ‘son pişmanlık neye yarar?’

Ertelemeyin sevmeyi…

25 Kas 2008

EN DEĞERLİ ARMAĞAN


KAF DAĞI’NIN da ötesindeki masal ülkelerinden birinde, harikalar diyarının kraliçesinin bir bebeği olmuş.

Harikalar diyarının koruyucuları olan periler ve periler prensesi, küçük bebeğin beşiğinin etrafına birikmişler.

Kraliçe etrafındaki perilere dönerek şöyle demiş:

“Bu küçük bebeğe en değerli olduğunu düşündüğünüz şeyleri hediye edin!”

Birinci peri uyuyan bebeğe eğilip şöyle demiş:

“Ben sihirli gücümle sana görenin hayran kalacağı bir güzellik armağan ediyorum. Göz kamaştıracaksın!”

İkinci peri şöyle demiş:

“Sana öyle güzel ve derin mavi gözler armağan ediyorum ki, gördüğünü anlayacak, seni göreni büyüleyeceksin.”

Üçüncü periye gelmiş sıra:

“Selvi boylu olacaksın. Senden daha narin bedenli kız olmayacak bu dünyada.”

Dördüncü peri eğilmiş beşiğe:“

Çok zengin olacaksın. Hiçbir sıkıntın olmayacak.”

Periler prensesi, düşüncelere dalmış:

“İnsanların güzelliği geçicidir. Gözlerin, yüzün, vücudun güzelliği çiçeklere benzer. Yaşlanınca geçiverir. Zamanla rüzgâr en biçimli palmiyeleri bile çarpıtır. İnsanlar, zenginliğini kendilerine dağıtmayanlardan nefret eder; hepsini dağıtırsa, kendisi de fakir olur.”

Bu düşünceler içinde:

“Sizin şimdiye kadar bu bebeğe verdikleriniz çok kalıcı olmadı bence” demiş.

Periler:“Peki ama başka ne verebilirdik ki?” diye sormuşlar.

Periler prensesi:

“Ben ona iyiliği bırakıyorum,” demiş.

“Güneşin ne kadar mükemmel ve sıcak olduğunu bilirsiniz, ama onun ısıtacak toprağı olmasa sıcak bir kayadan ne farkı kalır? Kalbin saçtığı iyilik de güneş ışığı gibidir; hayat verir. İyiliğin olmadığı güzellik, kokusu olmayan çiçek gibidir. İyiliğin olmadığı zenginlik, bencillikten farksızdır. İyiliğin olmadığı aşk yok eder, kavurur.

"Sizlerin armağanları geçiciydi, iyilik ise kalıcıdır. Sonsuz bir kuyuya benzer. Ne kadar çok su çekersen, o kadar çok sulu olur, o kadar bereketli fışkırır. İyilik, dünyada tek tükenmeyen şeydir.”

Sonra, periler prensesi uyuyan bebeğe doğru eğilmiş ve dua etmiş: “Kalbin sıcak olsun küçük bebeğim, iyi ol!”

ŞAHMERAN EFSANESİ VE LOKMAN HEKİM EFSANESİ


Vaktiyle, binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla giren bir adam, yılanlar tarafından padişahları Şahmeran’a götü­rülür.

Şahmeran adama canını bağışlayacağını, ancak kendisini misafir etmek zorunda olduğunu söyler.

Yerini bilen birini serbest bırakarak kendi hayatını tehlikeye atmak istememektedir.

Şahmeran ona çok iyi davranır. Adam bir dediği iki edilmeden bütün ihtiyaçları sağlanarak yaşamakta, günlerinin büyük bölü­münü Şahmeran’la sohbet ederek geçirmektedir.

Ne kadar rahat da olsa, gerçek dünyadan uzak bir mağarada süren bu hayattan sıkılan adam, bir gün yeryüzüne dönmek için Şahmeran’dan izin ister.

Şahmeran adama güveninin tam oldu­ğunu, yerini kimseye söylemeyeceğine inandığını belirterek git­mesine izin verir.

Ancak kendisini gördüğü için vücudunun pul pul olacağını, bu yüzden vücudunu kimseye göstermemesi gerek­tiğini de tembih eder.

Yeryüzünde normal hayatına dönen adam, Şahmeran’ı gör­düğünü hiç kimseye söylemez.

Bu arada padişahın kızı hasta olmuş, tedavisi İçin bütün ülke seferber edilmiştir.

Kızın iyileşme­sini en çok isteyenlerden biri de vezirdir. Gerçek amacı kızla evle­nip oğlu olmayan padişahın yerine ülke yönetimini ele geçirmek olan vezir, bütün büyücüleri toplayarak, bu hastalığa çare bulma­larını ister.

Büyücülerden birisi, Şahmeran’ın bulunup öldürülme­si ve vücudundan alınacak bazı parçalann kaynatılıp içirilmesi durumunda kızın iyi olacağını söyler. Şahmeran’ı bulabilmek için de vücudu pullu kişilerin aranması gerektiğini ekler.

Vezir ülke­deki herkesi zorunlu olarak hamama götürüp soydurarak, Şahmeran’ı gören kişiyi bulur. Adam, Şahmeran‘ı öldüreceğini vadederek mağaraya gider.

Şahmeran’a bütün gerçekleri anlattıktan sonra, ne yapması gerektiğini sorar. Şahmeran: “Ölümümün senin elinden olacağını zaten biliyordum” diyerek kendisini öldürmesini, ancak bunun gizli tutulmasını ister. Çünkü öldüğü duyulursa, dünyadaki bütün yılanlar, insanlardan öç almaya kalkacaklardır.

Daha sonra: “Kuy­ruğumun suyunu kaynat ve vezire içir ki kısa zamanda ölsün. Gövde­min suyunu kaynat ve kıza içir ki iyileşsin. Kafamın suyunu kay­nat ve iç ki Lokman Hekim olasın” diye ekler. Adam biraz da buruk bir şekilde bunları dinler.

Şahmeran yılanlara, adamın misafiri olarak gideceğini, çok uzun yıllar dönmeyeceğini, kendisini me­rak etmemelerini söyler ve yeryüzüne çıkarlar.

Adam Şahmeran’ın dediklerini yapar.

Vezir ölür, kız iyileşir, kendisi de Lokman Hekim olur.

AŞK , DOSTLUK VE GÜVEN


Bir zamanlar üç arkadaş varmış; Üçü bir arada oldu mu harikaymış her şey… Gün gelmiş aşkın işi çıkmış…

Eh meslek bu kolay mı?

Ama dostlarından ayrılmadan önce söz vermiş onlara.

Beni özlediğinizde gelin demiş; uzaklarda olmayacağım.

Nerede gözleri arzuyla dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben ordayım. Ve ayrılmış yanlarından…

Peki demiş Dostluk Güvene; madem öyle ben de yoluma düşeyim…

Görev çağırır…

Ama merak etme, nerde birlikte ağlayan iki insan görürsen Bil ki ben ordayım…

Güven ağzını açmış veda etmek için ama Dostluk ayrılmış arkadaşının yanından onun son sözünü dinlemeden…

Ve gitmiş uzaklara…

Güven sessizce içinden geçirmiş elinde olmadan…

“Beni kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız…”

19 Kas 2008

MARTLARIN HİKAYESİ

Martılar Neden Denizin Üstünde Uçar ?

Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak için saray muhafızları ile birlikte sarayın dışına çıktığında ona bakmak yasakmış. Halk onun dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış. Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında... Fakir bir köylü delikanlı iradesini yenememiş ve yavaşça başını kaldırıp prensese bakmış ve başını kaldıran fakir delikanlı ile prenses o anda göz göze gelmişler... Tabii ki... Tahmin edeceğiniz gibi fakir delikanlı pensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin de o derin bakışlarının boş olmadığını düşün en fakir delikanlı günlerce uyuyamamış ve ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada fakir delikanlıya da tutulan güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış. Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.

İŞTE HİKAYEMİZDE ZATEN BURADA BAŞLIYOR....!

Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş...Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkından haberdarmış. Sonunda martılar bile fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Ve zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile aşkları iyice büyümüş; ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış... Ağlayarak kızına sarılan kral, hayvanların bile bu aşkı anlarken kendisinin anlayamadığı için kendisinden utandığını söyleyerek prensese hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş. Buna çok mutlu olan prenses hemen fakir delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Tabii bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da her şeyi anlatarak bütün martıları düğünlerine çağırmış. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubun düştüğünü farketmiş. Ve mektubu tüm martılar hep birlikte aramaya başlamışlar... Fakat bir türlü bulamamışlar. Bu arada prensesten mektup alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış... Prensesin kendisini unuttuğunu yahut istemediğini sanan fakir delikanlı martıların onun için gelmediğini düşünerek, fenerden kendisini kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Ve malesef kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...

İşte o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için denizler üzerinde uçan martılar o mektubu ararlar. O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi ve her şeyi geri getireceklerini sanırlar ve bu yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar.

17 Kas 2008

09/11/2008 Reşide'nin Düğününden Resimler

Arkadaşım Reşide'ye ve eşi Mehmet'e bir ömür boyu mutluluklar diliyorum....!
























11 Kas 2008

10 / 11/ 2008



70 Yıldır Seni Unutmadık. UNUTMAYACAĞIZ ........

31 Eki 2008

UZUN ZAMAN OLDU

Gerçektende çok uzun zaman oldu. En son 18 Ekim de beraberdik.Bu arada yine bir çok olaylar oldu tabi ki. Bunların en başında benim hastane maceram geliyo. Evet evet yanlış duymadınız hastane dedim.23/10/2008 günü acilden girdiğim hastanede yapılan tahliller sonucu apansit olabileceğim düşünüldü ve 24/10/2008 günü 3 gün hastanede kalmak üzere yatışım yapıldı.Hem çok güzel hem de biraz üzücü bir üç gündü.İlk önce güzel taraflarını sayayım.

  1. Odam çok güzeldi. Beraber yattığım hastalar çok iyidiler. Bana gerçekten çok güzel davrandılar.Hatta çok sessiz ve nazlı bir hasta olduğum için bana PRENSES adını taktılar. Hepsine çok teşekkür ederim. Meral'i (sidikli), Ayşe'yi ( çingene) , Sibel'i (bitli) ve Zeyni (sütanne) hepsini buradan çok öpüyorum.
  2. Hastanede yattığım süre içinde ne kadar çok sevenim olduğunu da öğrenmiş oldum.Her ziyaret saatinde odam doldu taştı.Gelen , arayan herkese çok teşekkür ederim bana çok güzel moral verdiler.İnsanın böyle günlerde gerçekten morele ihtiyacı olduğunu anlamış oldum.
  3. Bu arada tabiki her zaman böyle güzel geçmedi. neyse ki bu durumlar az olduğu için beni fazla etkilemedi. Bunların başında serumlar(15 tane) geliyo tabi ki hemşirelerle anlaşamadığımız için oldu bunlar yani( birazcık hastaların fikirlerine önem verseler ne olur sanki) ve en önemli sorunumuz açlıktı. İlk başlarda fazla anlamasamda sonraları fena vurdu beni neyse ki kısa sürdü doktor imdadıma yetişti.
  4. Bu arada üzüldüğüm bir başka konu ise aşkımın yanımda olmayışıydı. Tabiki gelmek istedi ama malesef durumlar müsait olmadı. Neyse ki telefonlar varda ucuz kurtulduk yani ama beni bir an olsun yanlız bırakmadığı için teşekkür ederim.Birde annesine benim herşeyimle uğraştığı için ve benim yanımda olduğu için teşekkür ederim. Seni Çok Seviyorum Birtanem.

27/10/2008 günü hastaneden çıktım. Neyse ki ameliyat olmaktan kurtulmuş oldum. Eğer açıkmasaydım sonuç kesilmekti yani ( yemek yemenin önemini anlamış oldum bu arada) Doktor çıkabilirsin dediğinde kulaklarıma inanamadım yani emin misiniz diye bir kaç kez sordum ( sanki doktor yalan söylüyomuş gibi) Ordan ayrılmamda biraz zor oldu ne de olsa orda da bir ortamım vardı 3 gün herşeyimizi paylaştık.

İşte durumlar böyle yani acısıyla tatlısıyla hayatımıza değişik bir macera daha girmiş oldu. Neyse ben yine çok konuştum bir daha görüşmek üzere bye....................

18 Eki 2008

10/08/2008 ZEYNEP'İN DÜĞÜNÜNDEN RESİMLER

Arkadaşım Zeynep' e ve eşi Göksel'e bir ömür boyu mutluluklar diliyorum ......!












17 Eki 2008

KÜÇÜK KIZ ?


>> Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.
> > Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli
dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi.
Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu.
'Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir' diye düşündü.
> > Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.
> > Alaycı bir ses tonuyla:
> > Ekmek parası mı istiyorsun? diye sordu.
> > Hayır, çikolata parası lazım!
> > Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü.
Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.
> > Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
> > Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz,
onu da bulamadıysak aç yatarız.
> > Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
> > Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
> > Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.

Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stand-up'çı mısın?
> > Hiçbiri değil. Sadece fakirim.
Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.
> > Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla
> > O bizim için değil zenginler için.
Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım.
Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
> > Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti.
O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü.
> > Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek,hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.
> > Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. 'Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu' diye düşündü.
> > Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi ?

Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
> > Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
> > Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
> > Oturun biraz dertleşelim bari dedi.
> > Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
> > Yok mu eşin dostun, borç alacak akraban?
> > Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.
> > Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını?
> > Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
> > Hımmmm. Aşk hem de otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrüne fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
> > Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
> > Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
> > Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
> > Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım.
> > Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarpıp çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden? > >Hiçbir şeyim yok mu? Hayır, benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
> >Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikâyet
ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
> >Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
> >Sizin mutluluğunuzun sırrı bu mu?
> >Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
> >Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
> >Küçük kızı severek.
> >Küçük kız mı? Hangi küçük kız?
> >Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutlu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
> >Nasıl yani?
> >Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar
hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
> >Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır 'babacığım beni ne kadar seviyorsun?' diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda 'Baba güzel olmuş muyum?'diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. ' Harikasın prenses gibi olmuşsun' demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim.
> >İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona 'bebeğim' diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. 'Bebeğim bana bir çay yapar mısın?' dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
> >Hiç kavga etmez misiniz siz?
> >Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.
> >Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
> >Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi ya da en yaşlı kadının bile içinde o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler.Yumuşak dokunuşları severler.
> >Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
> >Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın.Artık o seni rahatettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkekmutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.

> >Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.

> >Yine para, yine dış sebepler. Evet, para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklarverir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.

Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım.

Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlıkalamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu.

Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ne mutlu ettim onu.

> > Adam ayağa kalktı.

> > Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sen de git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur. > >Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.

> >Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.

> > Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.

> > Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.

> > Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pastagötürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu. Bülentde pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerdenaldı.

> > Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı, sonra eşinin önüne koydu.

> >Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.

> > İnci hiç konuşmadı.

> > Sorsana 'niye' diye.

> > İnci kızgın kızgın:

> > Niye? Diye sordu.

> > Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek,dedi gayet ciddi bir ses tonuyla.

> >İnci şaşırmıştı.

Bir anda yüzününifadesi yumuşamıştı.

> >Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.

> >Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. 'bak senin sevdiğin meyveleri aldım' Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın. > >Özür dilerim seni kırdığım için.

> >Sonra Bülent yere diz çöktü.

> >Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden.

Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.

> >Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komikgörünüyordu.

> > İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.

> >Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi.

> > Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı

küçük kızı gördü.

> > Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.



3 HEYKEL !!!


İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı.

İstediği; birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.

Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.

Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.


Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.


Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.


İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.


Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı.


Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:


"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir.

Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.

En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim."


ÇAY SEVER MİSİNİZ ?

Günlük hayatımız da önemli bir yeri olan çay hakkında hiç düşündünüz mü ; HERŞEYİMİZ ÇAYA BENZER.

Kaynana Çaydanlık Gibidir ; Fokur Fokur Kaynar.

Gelin Demlik Gibidir ; Sinsi Sinsi Demlenir.

Oğlan Bardak Gibidir ; Bir Gelin Doldurur , Bir de Kaynana

Görümce Çay Kaşığı Gibidir ; Arada Bir Gelir Ortalığı Karıştırır.

Çocuk Şeker Gibidir ; Ortalığı Tatlandırır.

Kayınpeder de Çay Tabağı Gibidir ; Dökülenleri Toplar.

13 Eki 2008

AŞKIN TANIMI ( Bakın Şu Yumurcaklara )


En büyüğü 10 yaşında olan bir grup akıllı bıdığa "Sence aşk nedir?" diye sormuşlar. Alınan cevaplar, internette hızla dolaşıyor. Cevaplara bakınca anlıyoruz ki, gerçekten çağ atlıyoruz. Çocukluğumuzda bize "Aşk nedir?" diye sorsalar ne cevap verirdik? Aramızdan cevap verebilen çıkar mıydı? Evet, belki kendi aramızda "Aşk bir sudur iç iç kudur" türünden bir tekerleme yuvarlayıp işin içinden çıkardık ama aşağıdaki türden yargılara ulaşacak verimiz olmadığı gibi, dile getirmeye de utanırdık galiba! Bu arada unutmadan cevapların yanındaki yorumlar da e-posta dünyayı dolaşırken, isimsiz kahramanlarca eklenmiş... İşte cevaplar:

- Aşk, sevgilimizle aramızda bir sürü kötü şey meydana gelmeden önce hissettiğimiz şeydir.

- Benim anneannem sırtından hasta olmuştu ve eğilemediği için ayak tırnaklarına oje süremiyordu, dedemin de parmakları hasta olmasına rağmen anneannemin ayak tırnaklarına hep oje sürüyordu. Bence aşk budur (Evet yaaa. evet yaaa)

- Sizin adınız size aşık olan birinin ağzından daha değişik çıkar, o size adınızı söylediği zaman "benim ne güzel adım var" diye düşünürsünüz... (Hakikaten! Hiç böyle düşünmemiştim.)

- Aşk birlikte yemeğe gittiğimiz zaman sevgilimizin kendi kızarmış patateslerini bizim tabağımıza koyması ve bizim tabağımızdan hiçbir şey almamasıdır. (İşte bu en güzeliydi)

- Aşk, biri sizi ne kadar kırmış olsa da sırf o üzülür diye ona kötü bir şey söylememektir. (Canımm yaa evet öööle, ama...)

- Aşk çok yorgun olduğumuzda bizi gülümseten bir şey dir. (Daha nasıl anlatılabilir ki?)

- Aşk, annemiz babamıza kahve yaptığı zaman ona götürüp vermeden önce kendisinin bir yudum içmesi ve tadının çok güzel olduğunu kontrol etmesidir. (Bir de illa ki de paylaşmaktır)

-Aşk, sevgilimiz bir şey söylüyorsa yılbaşı hediyelerini açmayı bile bırakıp onu dinlemektir. (Şimdi ağlıcam ama, bu da ikinci en güzel tarif)

- 'Senden nefret ediyorum' dediğimiz birine ilerde aşık oluruz. (Hadiseyi çabuk kavramış :-))

- Aşk sarılmaktır... Aşk öpüşmektir... Aşk "hayır" demektir. (Bu da çabuk çözmüş :-)))

- Aşk sevgilimizin her şeyini bildikten sonra bile onunla çok iyi arkadaş olabilmektir. (Cidden ağlicam.)

-Aşk kocamız çok terliyken ve kötü kokuyorken bile ona "Sen Bruce Willis'ten daha yakışıklısın" demektir. (Kesinlikleeeeeee)

- Aşk, köpeğinizi bütün gün evde yalnız bıraksanız bile eve döndüğünüzde size koşup bütün suratınızı yalamasıdır. (Yaa off hayır bu çok acımasızca ama :-)))

- Aşk, Sevgililer Günü kartlarının üzerinde yazan şeyleri sevgilimize söylemek ama başkalarına söylerken yakalanmamaktır. (eheheheheh seni gidi seni)

- Birine aşıksanız, kirpikleriniz hareket ettikçe gözlerinizin içinden yıldızlar çıkar. (Süper tespit)

- Eğer aşık değilseniz "seni seviyorum “ demeyin, ama gerçekten aşıksanız hep "seni seviyorum diyin, hem aşıksanız hem de "seni seviyorum" demiyorsanız çok ayıp. (Anlayan anlamıştır bile... :-)))

HAYATIN ANLAMI SENİN BAKIŞLARINDA GİZLİDİR...

HAYATIN ANLAMI NEDIR ?

"Eski zamanların birinde bir adam hayatin anlamının ne olduğuna takmış kafayı.. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş.. Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş.Fakat mutlaka bir cevabi olmalı diyormuş.. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.. Köy,kasaba,ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabiî ki ...
Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona
-Su karsı ki dağları görüyor musun,orada yaslı bir bilge yasar! istersen ona git belki o sana aradığın cevabi verebilir. " demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yasadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye Hayatin anlamının ne olduğunu sormuş.. Bilge sana bunun cevabini söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş ...
Adam kabul etmiş..
Bilge bir çay kasığı vermiş adamın eline ve içindede silme bir şekilde zeytinyağ doldurmuş. Simdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel ... Yalnız dikkat et kasıktaki zeytinyag eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin.. Adam gözü çay kasığında bahçeyi turlayıp gelmiş.Bilge bakmış evet demiş kasıkta yağ eksilmemiş,peki bahçe nasıldı?
Adam şaşkın..
Ama demiş ben kasıktan başka bir yere bakmadım ki... Simdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kasık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş Bilge...
Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü ...
Geri geldiğinde bilge, adama bahçe nasıldı diye sormuş ...
Adam gördüğü güzellikler karsısında büyülendiğini anlatmış..
Bilge gülümsemiş ,ama kasıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş : "Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatin akıp gider sen farkına varmazsın.. Yada görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayati yasarsın akıp giden zamanın anlam kazanır ... "
"Hayatinin anlamı senin bakışlarında gizlidir"

10 Eki 2008

KOMİK

Gülmek Herkesin Hakkı..















































7 Eki 2008

KORUYUCU MELEK


Dünyaya gelme hazırlıklarının tamalandığını öğrenen bir bebek Tanrı'ya sormuş:" Tanrım beni yarın dünyaya göndereceklerini söylediler , fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki orada nasıl yaşayacağım?" Tanrı doğmak üzere olan bebeğe gülümsemiş." Tüm meleklerin arasından bir melekte senin için seçtim" demiş. " O seni dünya da bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin hergün sana şarkılar söyleyecek, gülümseyecek, acıktığında karnını doyuracak. uykun geldiğinde uyutacak. Sen her anında onun sevgisini duyumsayacak ve mutlu olacaksın." Bebek yine sormuş: " Peki insanlar bana bir şey söylediklerinde, ben onları nasıl anlayabileceğim" demiş. " Dillerini bilmiyorum ki ... Söylediklerini anlayamam ki ..." Tanrı, çaresiz bebeği yeniden cesaretlendirmiş: " Tüm varlığınla güvenebilirsin meleğine," demiş. " Anlamadığın herşeyi o sana anlatacaktır. O seni , yaşamı pahasına bile hep koruyacaktır." O sırada bir sessizlik olmuş ... Dışarıdan " Dünyanın sesleri gelmeye başlamış." Çocuk, dünyaya ayak basmak üzere olduğunu anlamış ve çabucacık bir soru daha sormuş Tanrı'ya: " Tanrım galiba dünyaya ayak basmak üzereyeyim." demiş. " Sormayı unuttum meleğimin adını ... Lütfen hemen söyler misin adını ? " Bebek "yola" çıkmadan Tanrı onu son kez cesaretlendirmiş: " Meleğinin adının önemi yok yavrum" demiş. " Sen ona nasıl olsa " ANNE " diyeceksin.

KADINLAR NEDEN AĞLAR ?


Küçük bir erkek çocuk , annesine sordu: "Niçin ağlıyosun?" "Çünkü ben kadınım." Diye cevapladı annesi. "Anlamadım" dedi çocuk. Annesi ,
çocuğu kucaklayıp " Hiç bir zaman anlamayacaksın!" dedi.Babasına "Baba, annem niçin ağlıyor?" diye sordu.Babanın cevabı " Bütün kadınlar sebepsiz ağlaya bilen yapıdadır." oldu. Küçük çocuk büyüdü , yetişkin adam oldu , hala kadınların neden ağladıklarını keşfedemedi. Nihayet öldükten sonra cennete gittiğinde Allah'a sordu. " Allahım" dedi: " Kadınlar niçin bu kadar kolay ağlayabiliyorlar ? " Allah: " Ben kadınları özel yarattım !" Tüm yaşamın ağırlığını taşıyabilecek kuvvette olmalarına rağmen başkalarına teselli verecek kadar yumuşak omuzlar , Doğumun acısına olduğu kadar doğurdukları evlatlarının nankörlüğüne dayanabilecek iç kuvveti verdim. Başkalarının kuvveti kalmadığında ; devam edecek azmi , ailesinin hastalığında; yorgunluğa pabuç bıraktırmayacak kudreti verdim. Her türlü şart altında, hatta kendilerini çok incitseler de çocuklarını sevme duygusallığını verdim. Bu duydusallık her yaştaki çocuklarının yaralarını sarmalarına. sorunlarını dinleyip paylaşmalarına yardım ediyor. Kocalarını tüm kusurlarıyla sevme kudretini verdim.Onlara iyi bir kocanın asla eşini incitmeyeceğini fakat bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranışlarda bulunacağını anlayacak duyarlı bir zeka verdim. Tek zayıflık olarak kadınlara bir gözyaşı verdim ... Kadını güzel yapan şey ne saçı, ne vücudu, ne de kendini ne şekilde taşıdığıdır.Kadını esas güzel yapan sevgisini paylaşabilmesi, fedakarlığı, sorumluluğu, anlayışı, sadece bilgiye yönelik aklı değil aynı zamanda kalbe de yönelik aklıdır.

6 Eki 2008

Uzun Bir Aradan Sonra

Eveeeeeettttt Uzunca bir aradan sonra tekrar işteyiz. Bugün işe başlamak benim için ( eminim herkes için ) çok zor oldu. Bu 9 güne yine çok şeyler sıkıştırdık.
27/09/2008 cumartesi günü köye gittik 2 gün temizlikten sonra zor kendimize geldik.
30/09/2008 günü Ramazan Bayramının 1. günüydü. Herkesin Ramazan Bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Bayramın 1. günü her sene olduğu gibi babaannemdeydik.Bir kaç Aile büyüğünü ziyaret ettikten sonra akşam yemeğimizi yedik ve Karacabeye geri döndük.
Bayramın 2. ve 3. günleri benim için çok sıkıcı geçti. Belkide her bayram okul bahçesinde gezip bu bayram gezememekten olabilir. Ama yine de her şey çok güzeldi.

03/10/2008 Cuma günü aşkımın doğum günüydü. Bayram dolayısıyla yanında olamasamda bütün kalbim onunla idi. Bir kez daha DOĞUM GÜNÜ nü kutluyorum. Seni Çok ama Çok Seviyorum AŞKIM Sen bana Allah'tan en büyük hediyesin. Canım KOCACIM Benim...

Bütün tatilim bu kadardı aslında olsun bunlarında kıymetini bilmek lazım aslında bunları yaşayamayan binlerce insandan biri olmadığımız için her gün şükür etmeliyiz.

Bu arada 04/10/2008 cumartesi günü şehit düşen 15 mehmetçiğimizin ailelerine yakınlarına ( tüm türkiye'ye ) başsağlığı diliyorum.

26 Eyl 2008

Kadir Geceniz Mübarek Olsun

Bugün Kadir gecesi bin aydan daha değerli olan bu gecenin tüm müslüman alemine hayırlara vesile olmasını diliyorum. Kadir Geceniz Mübarek Olsun...