25 Kas 2008

EN DEĞERLİ ARMAĞAN


KAF DAĞI’NIN da ötesindeki masal ülkelerinden birinde, harikalar diyarının kraliçesinin bir bebeği olmuş.

Harikalar diyarının koruyucuları olan periler ve periler prensesi, küçük bebeğin beşiğinin etrafına birikmişler.

Kraliçe etrafındaki perilere dönerek şöyle demiş:

“Bu küçük bebeğe en değerli olduğunu düşündüğünüz şeyleri hediye edin!”

Birinci peri uyuyan bebeğe eğilip şöyle demiş:

“Ben sihirli gücümle sana görenin hayran kalacağı bir güzellik armağan ediyorum. Göz kamaştıracaksın!”

İkinci peri şöyle demiş:

“Sana öyle güzel ve derin mavi gözler armağan ediyorum ki, gördüğünü anlayacak, seni göreni büyüleyeceksin.”

Üçüncü periye gelmiş sıra:

“Selvi boylu olacaksın. Senden daha narin bedenli kız olmayacak bu dünyada.”

Dördüncü peri eğilmiş beşiğe:“

Çok zengin olacaksın. Hiçbir sıkıntın olmayacak.”

Periler prensesi, düşüncelere dalmış:

“İnsanların güzelliği geçicidir. Gözlerin, yüzün, vücudun güzelliği çiçeklere benzer. Yaşlanınca geçiverir. Zamanla rüzgâr en biçimli palmiyeleri bile çarpıtır. İnsanlar, zenginliğini kendilerine dağıtmayanlardan nefret eder; hepsini dağıtırsa, kendisi de fakir olur.”

Bu düşünceler içinde:

“Sizin şimdiye kadar bu bebeğe verdikleriniz çok kalıcı olmadı bence” demiş.

Periler:“Peki ama başka ne verebilirdik ki?” diye sormuşlar.

Periler prensesi:

“Ben ona iyiliği bırakıyorum,” demiş.

“Güneşin ne kadar mükemmel ve sıcak olduğunu bilirsiniz, ama onun ısıtacak toprağı olmasa sıcak bir kayadan ne farkı kalır? Kalbin saçtığı iyilik de güneş ışığı gibidir; hayat verir. İyiliğin olmadığı güzellik, kokusu olmayan çiçek gibidir. İyiliğin olmadığı zenginlik, bencillikten farksızdır. İyiliğin olmadığı aşk yok eder, kavurur.

"Sizlerin armağanları geçiciydi, iyilik ise kalıcıdır. Sonsuz bir kuyuya benzer. Ne kadar çok su çekersen, o kadar çok sulu olur, o kadar bereketli fışkırır. İyilik, dünyada tek tükenmeyen şeydir.”

Sonra, periler prensesi uyuyan bebeğe doğru eğilmiş ve dua etmiş: “Kalbin sıcak olsun küçük bebeğim, iyi ol!”

ŞAHMERAN EFSANESİ VE LOKMAN HEKİM EFSANESİ


Vaktiyle, binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla giren bir adam, yılanlar tarafından padişahları Şahmeran’a götü­rülür.

Şahmeran adama canını bağışlayacağını, ancak kendisini misafir etmek zorunda olduğunu söyler.

Yerini bilen birini serbest bırakarak kendi hayatını tehlikeye atmak istememektedir.

Şahmeran ona çok iyi davranır. Adam bir dediği iki edilmeden bütün ihtiyaçları sağlanarak yaşamakta, günlerinin büyük bölü­münü Şahmeran’la sohbet ederek geçirmektedir.

Ne kadar rahat da olsa, gerçek dünyadan uzak bir mağarada süren bu hayattan sıkılan adam, bir gün yeryüzüne dönmek için Şahmeran’dan izin ister.

Şahmeran adama güveninin tam oldu­ğunu, yerini kimseye söylemeyeceğine inandığını belirterek git­mesine izin verir.

Ancak kendisini gördüğü için vücudunun pul pul olacağını, bu yüzden vücudunu kimseye göstermemesi gerek­tiğini de tembih eder.

Yeryüzünde normal hayatına dönen adam, Şahmeran’ı gör­düğünü hiç kimseye söylemez.

Bu arada padişahın kızı hasta olmuş, tedavisi İçin bütün ülke seferber edilmiştir.

Kızın iyileşme­sini en çok isteyenlerden biri de vezirdir. Gerçek amacı kızla evle­nip oğlu olmayan padişahın yerine ülke yönetimini ele geçirmek olan vezir, bütün büyücüleri toplayarak, bu hastalığa çare bulma­larını ister.

Büyücülerden birisi, Şahmeran’ın bulunup öldürülme­si ve vücudundan alınacak bazı parçalann kaynatılıp içirilmesi durumunda kızın iyi olacağını söyler. Şahmeran’ı bulabilmek için de vücudu pullu kişilerin aranması gerektiğini ekler.

Vezir ülke­deki herkesi zorunlu olarak hamama götürüp soydurarak, Şahmeran’ı gören kişiyi bulur. Adam, Şahmeran‘ı öldüreceğini vadederek mağaraya gider.

Şahmeran’a bütün gerçekleri anlattıktan sonra, ne yapması gerektiğini sorar. Şahmeran: “Ölümümün senin elinden olacağını zaten biliyordum” diyerek kendisini öldürmesini, ancak bunun gizli tutulmasını ister. Çünkü öldüğü duyulursa, dünyadaki bütün yılanlar, insanlardan öç almaya kalkacaklardır.

Daha sonra: “Kuy­ruğumun suyunu kaynat ve vezire içir ki kısa zamanda ölsün. Gövde­min suyunu kaynat ve kıza içir ki iyileşsin. Kafamın suyunu kay­nat ve iç ki Lokman Hekim olasın” diye ekler. Adam biraz da buruk bir şekilde bunları dinler.

Şahmeran yılanlara, adamın misafiri olarak gideceğini, çok uzun yıllar dönmeyeceğini, kendisini me­rak etmemelerini söyler ve yeryüzüne çıkarlar.

Adam Şahmeran’ın dediklerini yapar.

Vezir ölür, kız iyileşir, kendisi de Lokman Hekim olur.

AŞK , DOSTLUK VE GÜVEN


Bir zamanlar üç arkadaş varmış; Üçü bir arada oldu mu harikaymış her şey… Gün gelmiş aşkın işi çıkmış…

Eh meslek bu kolay mı?

Ama dostlarından ayrılmadan önce söz vermiş onlara.

Beni özlediğinizde gelin demiş; uzaklarda olmayacağım.

Nerede gözleri arzuyla dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben ordayım. Ve ayrılmış yanlarından…

Peki demiş Dostluk Güvene; madem öyle ben de yoluma düşeyim…

Görev çağırır…

Ama merak etme, nerde birlikte ağlayan iki insan görürsen Bil ki ben ordayım…

Güven ağzını açmış veda etmek için ama Dostluk ayrılmış arkadaşının yanından onun son sözünü dinlemeden…

Ve gitmiş uzaklara…

Güven sessizce içinden geçirmiş elinde olmadan…

“Beni kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız…”

19 Kas 2008

MARTLARIN HİKAYESİ

Martılar Neden Denizin Üstünde Uçar ?

Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak için saray muhafızları ile birlikte sarayın dışına çıktığında ona bakmak yasakmış. Halk onun dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış. Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında... Fakir bir köylü delikanlı iradesini yenememiş ve yavaşça başını kaldırıp prensese bakmış ve başını kaldıran fakir delikanlı ile prenses o anda göz göze gelmişler... Tabii ki... Tahmin edeceğiniz gibi fakir delikanlı pensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin de o derin bakışlarının boş olmadığını düşün en fakir delikanlı günlerce uyuyamamış ve ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada fakir delikanlıya da tutulan güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış. Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.

İŞTE HİKAYEMİZDE ZATEN BURADA BAŞLIYOR....!

Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş...Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkından haberdarmış. Sonunda martılar bile fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Ve zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile aşkları iyice büyümüş; ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış... Ağlayarak kızına sarılan kral, hayvanların bile bu aşkı anlarken kendisinin anlayamadığı için kendisinden utandığını söyleyerek prensese hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş. Buna çok mutlu olan prenses hemen fakir delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Tabii bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da her şeyi anlatarak bütün martıları düğünlerine çağırmış. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubun düştüğünü farketmiş. Ve mektubu tüm martılar hep birlikte aramaya başlamışlar... Fakat bir türlü bulamamışlar. Bu arada prensesten mektup alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış... Prensesin kendisini unuttuğunu yahut istemediğini sanan fakir delikanlı martıların onun için gelmediğini düşünerek, fenerden kendisini kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Ve malesef kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...

İşte o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için denizler üzerinde uçan martılar o mektubu ararlar. O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi ve her şeyi geri getireceklerini sanırlar ve bu yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar.

17 Kas 2008

09/11/2008 Reşide'nin Düğününden Resimler

Arkadaşım Reşide'ye ve eşi Mehmet'e bir ömür boyu mutluluklar diliyorum....!
























11 Kas 2008

10 / 11/ 2008



70 Yıldır Seni Unutmadık. UNUTMAYACAĞIZ ........