31 Eki 2008

UZUN ZAMAN OLDU

Gerçektende çok uzun zaman oldu. En son 18 Ekim de beraberdik.Bu arada yine bir çok olaylar oldu tabi ki. Bunların en başında benim hastane maceram geliyo. Evet evet yanlış duymadınız hastane dedim.23/10/2008 günü acilden girdiğim hastanede yapılan tahliller sonucu apansit olabileceğim düşünüldü ve 24/10/2008 günü 3 gün hastanede kalmak üzere yatışım yapıldı.Hem çok güzel hem de biraz üzücü bir üç gündü.İlk önce güzel taraflarını sayayım.

  1. Odam çok güzeldi. Beraber yattığım hastalar çok iyidiler. Bana gerçekten çok güzel davrandılar.Hatta çok sessiz ve nazlı bir hasta olduğum için bana PRENSES adını taktılar. Hepsine çok teşekkür ederim. Meral'i (sidikli), Ayşe'yi ( çingene) , Sibel'i (bitli) ve Zeyni (sütanne) hepsini buradan çok öpüyorum.
  2. Hastanede yattığım süre içinde ne kadar çok sevenim olduğunu da öğrenmiş oldum.Her ziyaret saatinde odam doldu taştı.Gelen , arayan herkese çok teşekkür ederim bana çok güzel moral verdiler.İnsanın böyle günlerde gerçekten morele ihtiyacı olduğunu anlamış oldum.
  3. Bu arada tabiki her zaman böyle güzel geçmedi. neyse ki bu durumlar az olduğu için beni fazla etkilemedi. Bunların başında serumlar(15 tane) geliyo tabi ki hemşirelerle anlaşamadığımız için oldu bunlar yani( birazcık hastaların fikirlerine önem verseler ne olur sanki) ve en önemli sorunumuz açlıktı. İlk başlarda fazla anlamasamda sonraları fena vurdu beni neyse ki kısa sürdü doktor imdadıma yetişti.
  4. Bu arada üzüldüğüm bir başka konu ise aşkımın yanımda olmayışıydı. Tabiki gelmek istedi ama malesef durumlar müsait olmadı. Neyse ki telefonlar varda ucuz kurtulduk yani ama beni bir an olsun yanlız bırakmadığı için teşekkür ederim.Birde annesine benim herşeyimle uğraştığı için ve benim yanımda olduğu için teşekkür ederim. Seni Çok Seviyorum Birtanem.

27/10/2008 günü hastaneden çıktım. Neyse ki ameliyat olmaktan kurtulmuş oldum. Eğer açıkmasaydım sonuç kesilmekti yani ( yemek yemenin önemini anlamış oldum bu arada) Doktor çıkabilirsin dediğinde kulaklarıma inanamadım yani emin misiniz diye bir kaç kez sordum ( sanki doktor yalan söylüyomuş gibi) Ordan ayrılmamda biraz zor oldu ne de olsa orda da bir ortamım vardı 3 gün herşeyimizi paylaştık.

İşte durumlar böyle yani acısıyla tatlısıyla hayatımıza değişik bir macera daha girmiş oldu. Neyse ben yine çok konuştum bir daha görüşmek üzere bye....................

18 Eki 2008

10/08/2008 ZEYNEP'İN DÜĞÜNÜNDEN RESİMLER

Arkadaşım Zeynep' e ve eşi Göksel'e bir ömür boyu mutluluklar diliyorum ......!












17 Eki 2008

KÜÇÜK KIZ ?


>> Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.
> > Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli
dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi.
Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu.
'Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir' diye düşündü.
> > Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.
> > Alaycı bir ses tonuyla:
> > Ekmek parası mı istiyorsun? diye sordu.
> > Hayır, çikolata parası lazım!
> > Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü.
Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.
> > Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
> > Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz,
onu da bulamadıysak aç yatarız.
> > Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
> > Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
> > Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.

Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stand-up'çı mısın?
> > Hiçbiri değil. Sadece fakirim.
Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.
> > Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla
> > O bizim için değil zenginler için.
Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım.
Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
> > Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti.
O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü.
> > Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek,hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.
> > Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. 'Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu' diye düşündü.
> > Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi ?

Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
> > Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
> > Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
> > Oturun biraz dertleşelim bari dedi.
> > Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
> > Yok mu eşin dostun, borç alacak akraban?
> > Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.
> > Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını?
> > Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
> > Hımmmm. Aşk hem de otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrüne fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
> > Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
> > Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
> > Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
> > Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım.
> > Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarpıp çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden? > >Hiçbir şeyim yok mu? Hayır, benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
> >Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikâyet
ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
> >Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
> >Sizin mutluluğunuzun sırrı bu mu?
> >Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
> >Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
> >Küçük kızı severek.
> >Küçük kız mı? Hangi küçük kız?
> >Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutlu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
> >Nasıl yani?
> >Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar
hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
> >Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır 'babacığım beni ne kadar seviyorsun?' diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda 'Baba güzel olmuş muyum?'diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. ' Harikasın prenses gibi olmuşsun' demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim.
> >İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona 'bebeğim' diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. 'Bebeğim bana bir çay yapar mısın?' dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
> >Hiç kavga etmez misiniz siz?
> >Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.
> >Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
> >Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi ya da en yaşlı kadının bile içinde o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler.Yumuşak dokunuşları severler.
> >Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
> >Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın.Artık o seni rahatettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkekmutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.

> >Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.

> >Yine para, yine dış sebepler. Evet, para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklarverir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.

Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım.

Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlıkalamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu.

Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ne mutlu ettim onu.

> > Adam ayağa kalktı.

> > Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sen de git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur. > >Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.

> >Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.

> > Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.

> > Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.

> > Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pastagötürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu. Bülentde pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerdenaldı.

> > Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı, sonra eşinin önüne koydu.

> >Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.

> > İnci hiç konuşmadı.

> > Sorsana 'niye' diye.

> > İnci kızgın kızgın:

> > Niye? Diye sordu.

> > Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek,dedi gayet ciddi bir ses tonuyla.

> >İnci şaşırmıştı.

Bir anda yüzününifadesi yumuşamıştı.

> >Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.

> >Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. 'bak senin sevdiğin meyveleri aldım' Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın. > >Özür dilerim seni kırdığım için.

> >Sonra Bülent yere diz çöktü.

> >Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden.

Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.

> >Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komikgörünüyordu.

> > İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.

> >Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi.

> > Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı

küçük kızı gördü.

> > Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.



3 HEYKEL !!!


İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı.

İstediği; birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.

Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.

Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.


Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.


Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.


İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.


Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı.


Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:


"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir.

Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.

En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim."


ÇAY SEVER MİSİNİZ ?

Günlük hayatımız da önemli bir yeri olan çay hakkında hiç düşündünüz mü ; HERŞEYİMİZ ÇAYA BENZER.

Kaynana Çaydanlık Gibidir ; Fokur Fokur Kaynar.

Gelin Demlik Gibidir ; Sinsi Sinsi Demlenir.

Oğlan Bardak Gibidir ; Bir Gelin Doldurur , Bir de Kaynana

Görümce Çay Kaşığı Gibidir ; Arada Bir Gelir Ortalığı Karıştırır.

Çocuk Şeker Gibidir ; Ortalığı Tatlandırır.

Kayınpeder de Çay Tabağı Gibidir ; Dökülenleri Toplar.

13 Eki 2008

AŞKIN TANIMI ( Bakın Şu Yumurcaklara )


En büyüğü 10 yaşında olan bir grup akıllı bıdığa "Sence aşk nedir?" diye sormuşlar. Alınan cevaplar, internette hızla dolaşıyor. Cevaplara bakınca anlıyoruz ki, gerçekten çağ atlıyoruz. Çocukluğumuzda bize "Aşk nedir?" diye sorsalar ne cevap verirdik? Aramızdan cevap verebilen çıkar mıydı? Evet, belki kendi aramızda "Aşk bir sudur iç iç kudur" türünden bir tekerleme yuvarlayıp işin içinden çıkardık ama aşağıdaki türden yargılara ulaşacak verimiz olmadığı gibi, dile getirmeye de utanırdık galiba! Bu arada unutmadan cevapların yanındaki yorumlar da e-posta dünyayı dolaşırken, isimsiz kahramanlarca eklenmiş... İşte cevaplar:

- Aşk, sevgilimizle aramızda bir sürü kötü şey meydana gelmeden önce hissettiğimiz şeydir.

- Benim anneannem sırtından hasta olmuştu ve eğilemediği için ayak tırnaklarına oje süremiyordu, dedemin de parmakları hasta olmasına rağmen anneannemin ayak tırnaklarına hep oje sürüyordu. Bence aşk budur (Evet yaaa. evet yaaa)

- Sizin adınız size aşık olan birinin ağzından daha değişik çıkar, o size adınızı söylediği zaman "benim ne güzel adım var" diye düşünürsünüz... (Hakikaten! Hiç böyle düşünmemiştim.)

- Aşk birlikte yemeğe gittiğimiz zaman sevgilimizin kendi kızarmış patateslerini bizim tabağımıza koyması ve bizim tabağımızdan hiçbir şey almamasıdır. (İşte bu en güzeliydi)

- Aşk, biri sizi ne kadar kırmış olsa da sırf o üzülür diye ona kötü bir şey söylememektir. (Canımm yaa evet öööle, ama...)

- Aşk çok yorgun olduğumuzda bizi gülümseten bir şey dir. (Daha nasıl anlatılabilir ki?)

- Aşk, annemiz babamıza kahve yaptığı zaman ona götürüp vermeden önce kendisinin bir yudum içmesi ve tadının çok güzel olduğunu kontrol etmesidir. (Bir de illa ki de paylaşmaktır)

-Aşk, sevgilimiz bir şey söylüyorsa yılbaşı hediyelerini açmayı bile bırakıp onu dinlemektir. (Şimdi ağlıcam ama, bu da ikinci en güzel tarif)

- 'Senden nefret ediyorum' dediğimiz birine ilerde aşık oluruz. (Hadiseyi çabuk kavramış :-))

- Aşk sarılmaktır... Aşk öpüşmektir... Aşk "hayır" demektir. (Bu da çabuk çözmüş :-)))

- Aşk sevgilimizin her şeyini bildikten sonra bile onunla çok iyi arkadaş olabilmektir. (Cidden ağlicam.)

-Aşk kocamız çok terliyken ve kötü kokuyorken bile ona "Sen Bruce Willis'ten daha yakışıklısın" demektir. (Kesinlikleeeeeee)

- Aşk, köpeğinizi bütün gün evde yalnız bıraksanız bile eve döndüğünüzde size koşup bütün suratınızı yalamasıdır. (Yaa off hayır bu çok acımasızca ama :-)))

- Aşk, Sevgililer Günü kartlarının üzerinde yazan şeyleri sevgilimize söylemek ama başkalarına söylerken yakalanmamaktır. (eheheheheh seni gidi seni)

- Birine aşıksanız, kirpikleriniz hareket ettikçe gözlerinizin içinden yıldızlar çıkar. (Süper tespit)

- Eğer aşık değilseniz "seni seviyorum “ demeyin, ama gerçekten aşıksanız hep "seni seviyorum diyin, hem aşıksanız hem de "seni seviyorum" demiyorsanız çok ayıp. (Anlayan anlamıştır bile... :-)))

HAYATIN ANLAMI SENİN BAKIŞLARINDA GİZLİDİR...

HAYATIN ANLAMI NEDIR ?

"Eski zamanların birinde bir adam hayatin anlamının ne olduğuna takmış kafayı.. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş.. Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş.Fakat mutlaka bir cevabi olmalı diyormuş.. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.. Köy,kasaba,ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabiî ki ...
Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona
-Su karsı ki dağları görüyor musun,orada yaslı bir bilge yasar! istersen ona git belki o sana aradığın cevabi verebilir. " demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yasadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye Hayatin anlamının ne olduğunu sormuş.. Bilge sana bunun cevabini söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş ...
Adam kabul etmiş..
Bilge bir çay kasığı vermiş adamın eline ve içindede silme bir şekilde zeytinyağ doldurmuş. Simdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel ... Yalnız dikkat et kasıktaki zeytinyag eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin.. Adam gözü çay kasığında bahçeyi turlayıp gelmiş.Bilge bakmış evet demiş kasıkta yağ eksilmemiş,peki bahçe nasıldı?
Adam şaşkın..
Ama demiş ben kasıktan başka bir yere bakmadım ki... Simdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kasık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş Bilge...
Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü ...
Geri geldiğinde bilge, adama bahçe nasıldı diye sormuş ...
Adam gördüğü güzellikler karsısında büyülendiğini anlatmış..
Bilge gülümsemiş ,ama kasıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş : "Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatin akıp gider sen farkına varmazsın.. Yada görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayati yasarsın akıp giden zamanın anlam kazanır ... "
"Hayatinin anlamı senin bakışlarında gizlidir"

10 Eki 2008

KOMİK

Gülmek Herkesin Hakkı..















































7 Eki 2008

KORUYUCU MELEK


Dünyaya gelme hazırlıklarının tamalandığını öğrenen bir bebek Tanrı'ya sormuş:" Tanrım beni yarın dünyaya göndereceklerini söylediler , fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki orada nasıl yaşayacağım?" Tanrı doğmak üzere olan bebeğe gülümsemiş." Tüm meleklerin arasından bir melekte senin için seçtim" demiş. " O seni dünya da bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin hergün sana şarkılar söyleyecek, gülümseyecek, acıktığında karnını doyuracak. uykun geldiğinde uyutacak. Sen her anında onun sevgisini duyumsayacak ve mutlu olacaksın." Bebek yine sormuş: " Peki insanlar bana bir şey söylediklerinde, ben onları nasıl anlayabileceğim" demiş. " Dillerini bilmiyorum ki ... Söylediklerini anlayamam ki ..." Tanrı, çaresiz bebeği yeniden cesaretlendirmiş: " Tüm varlığınla güvenebilirsin meleğine," demiş. " Anlamadığın herşeyi o sana anlatacaktır. O seni , yaşamı pahasına bile hep koruyacaktır." O sırada bir sessizlik olmuş ... Dışarıdan " Dünyanın sesleri gelmeye başlamış." Çocuk, dünyaya ayak basmak üzere olduğunu anlamış ve çabucacık bir soru daha sormuş Tanrı'ya: " Tanrım galiba dünyaya ayak basmak üzereyeyim." demiş. " Sormayı unuttum meleğimin adını ... Lütfen hemen söyler misin adını ? " Bebek "yola" çıkmadan Tanrı onu son kez cesaretlendirmiş: " Meleğinin adının önemi yok yavrum" demiş. " Sen ona nasıl olsa " ANNE " diyeceksin.

KADINLAR NEDEN AĞLAR ?


Küçük bir erkek çocuk , annesine sordu: "Niçin ağlıyosun?" "Çünkü ben kadınım." Diye cevapladı annesi. "Anlamadım" dedi çocuk. Annesi ,
çocuğu kucaklayıp " Hiç bir zaman anlamayacaksın!" dedi.Babasına "Baba, annem niçin ağlıyor?" diye sordu.Babanın cevabı " Bütün kadınlar sebepsiz ağlaya bilen yapıdadır." oldu. Küçük çocuk büyüdü , yetişkin adam oldu , hala kadınların neden ağladıklarını keşfedemedi. Nihayet öldükten sonra cennete gittiğinde Allah'a sordu. " Allahım" dedi: " Kadınlar niçin bu kadar kolay ağlayabiliyorlar ? " Allah: " Ben kadınları özel yarattım !" Tüm yaşamın ağırlığını taşıyabilecek kuvvette olmalarına rağmen başkalarına teselli verecek kadar yumuşak omuzlar , Doğumun acısına olduğu kadar doğurdukları evlatlarının nankörlüğüne dayanabilecek iç kuvveti verdim. Başkalarının kuvveti kalmadığında ; devam edecek azmi , ailesinin hastalığında; yorgunluğa pabuç bıraktırmayacak kudreti verdim. Her türlü şart altında, hatta kendilerini çok incitseler de çocuklarını sevme duygusallığını verdim. Bu duydusallık her yaştaki çocuklarının yaralarını sarmalarına. sorunlarını dinleyip paylaşmalarına yardım ediyor. Kocalarını tüm kusurlarıyla sevme kudretini verdim.Onlara iyi bir kocanın asla eşini incitmeyeceğini fakat bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranışlarda bulunacağını anlayacak duyarlı bir zeka verdim. Tek zayıflık olarak kadınlara bir gözyaşı verdim ... Kadını güzel yapan şey ne saçı, ne vücudu, ne de kendini ne şekilde taşıdığıdır.Kadını esas güzel yapan sevgisini paylaşabilmesi, fedakarlığı, sorumluluğu, anlayışı, sadece bilgiye yönelik aklı değil aynı zamanda kalbe de yönelik aklıdır.

6 Eki 2008

Uzun Bir Aradan Sonra

Eveeeeeettttt Uzunca bir aradan sonra tekrar işteyiz. Bugün işe başlamak benim için ( eminim herkes için ) çok zor oldu. Bu 9 güne yine çok şeyler sıkıştırdık.
27/09/2008 cumartesi günü köye gittik 2 gün temizlikten sonra zor kendimize geldik.
30/09/2008 günü Ramazan Bayramının 1. günüydü. Herkesin Ramazan Bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Bayramın 1. günü her sene olduğu gibi babaannemdeydik.Bir kaç Aile büyüğünü ziyaret ettikten sonra akşam yemeğimizi yedik ve Karacabeye geri döndük.
Bayramın 2. ve 3. günleri benim için çok sıkıcı geçti. Belkide her bayram okul bahçesinde gezip bu bayram gezememekten olabilir. Ama yine de her şey çok güzeldi.

03/10/2008 Cuma günü aşkımın doğum günüydü. Bayram dolayısıyla yanında olamasamda bütün kalbim onunla idi. Bir kez daha DOĞUM GÜNÜ nü kutluyorum. Seni Çok ama Çok Seviyorum AŞKIM Sen bana Allah'tan en büyük hediyesin. Canım KOCACIM Benim...

Bütün tatilim bu kadardı aslında olsun bunlarında kıymetini bilmek lazım aslında bunları yaşayamayan binlerce insandan biri olmadığımız için her gün şükür etmeliyiz.

Bu arada 04/10/2008 cumartesi günü şehit düşen 15 mehmetçiğimizin ailelerine yakınlarına ( tüm türkiye'ye ) başsağlığı diliyorum.